Rüyamdaki hadiseyi bire bir yaşamaya başlayacaktım!..

A -
A +
"En kısa zamanda Erzurum’a gittim. Kimseyi tanımıyorum. Elimde ne bir adres var, ne de sorabileceğim kimse!.."
 
 
Sağır Hoca:
- Lütfü Hoca, o hâl ehli büyükler, Allahü teâlânın inayeti ve nice cilvelerle muhatabına birçok işaretler gösterirler, çoğu ne olduğunu anlamaz. Boş rüya olmadığı gün kadar açık. Eee! Sonra ne yaptın?
- En kısa zamanda Erzurum’a gittim. Kimseyi tanımıyorum. Elimde ne bir adres var, ne de sorabileceğim kimse. Manavda alışveriş yapan bir polis gördüm. Dedim, ona sorayım, ne de olsa resmî adam, beni aldatmaz. Gittim selâm verdim. “Bey ben Efe hazretlerine gideceğim…” sözümü kesti. “Biz de oraya gidiyoruz. Bu alışverişi de Efe hazretleri için yapıyorum…” deyince bir hoş oldum. Rüyamdaki hadiseyi bire bir yaşamaya mı başlayacaktım ne? Her şey aynı, insanlar farklıydı sadece. “Aldıklarınıza ortak olayım memur bey…” dedim, kabul etmedi. “Yok olmaz, bunlar hepimizin hediyesi olarak yeter...” dedi, poşetleri aldı, yanındakilere döndü: “Hadi arkadaşlar; beni takip edin…”
Biz de peşi sıra onu takip ettik. Mehdi Efendi Mahallesindeki mütevazı evine gittiğimizde ne göreyim? Tam rüyamda gördüğüm kızcağıza benzer, aynı masum bakışlarıyla bir çocuk bana bakmıyor mu? Diğer yol arkadaşlarım içeri girdiklerinde ben ağırdan aldım, o kadar şartlanmıştım ki, yavrucağın rüyamdaki gibi bir şey demesini bekliyordum. O da iç sesimi duymuşçasına; “Hocam içeride kalbinize sahip çıkın! Edebe dikkat edin o size yeter…” demesin mi? “Allah’ım neler oluyor? Deli divane olacağım buralarda!” diye söylenerek içeri girdim. Girdim ama hayret ve şaşkınlığım artarak âdeta tavan yaptı. Kaç gündür üst üste rüyamda gördüğüm ev tıpkısıydı, içindekiler ne fazla, ne eksik aynıydı. Hele Efe hazretleri nur gibi etrafa ışık saçıyor, huzur veriyordu. Tabii rüyamı unutmuştum hızla ileri atılıp elini öpmek istedim bir kol önümü kesti. Tanımadığım biri bu hareketiyle; “Geçemezsin!” diyordu. Kızardım, bozardım, utandım, hırslandım fena bozulmuştum. Edepsizlik etmeyeyim diye duvara kadar geri çekildim. Fena bozulmuş, çok mahcup olmuştum anlayacağınız.
Orada hizmet edenlerin hiçbirini tanımıyordum. Sonradan öğrendim ki Erzurum’un bütün ileri gelenleri oradaymış; müftü, vaiz, imam ve âlimler, devlet ricalinden emniyet amiri, daire başkanları, müdürler, beyler... kimler yokmuş ki meğer? Garip bir dağ köyü imamına sıra gelene kadar, “yandı gülüm keten helva” derler ya benim de aklıma öyle şeyler geliyordu ki; elini öpmek, kendimi tanıtıp ders almaya geldiğimi söylemek için bir hamle daha yaptım. Tam o esnada kocaman birkaç tahta sofra önümden döndürülerek tam ortaya konuverdi. Oradakiler etrafına toplandı. Ben yine duvara yaslanarak kalmıştım öyle. Tam gariplik hâli kaplamıştı. Öfkem, kızgınlığım geçmişti bu sefer de başkalarına değil de kendime “Ne beceriksiz adamsın…” diye kızıyor ve acıyordum.
Neden sonra boynu bükük sofranın kıyısına sıkıştım. Kocaman lengerlerle “göğermiş peynir” destelerle taze pişirildiği kokusundan belli olan lavaşlar getirildi. Onlar da havada kapışıldı. Bana bir şey kalmadı, gözüm mübarek zattaydı. O, ise mütebessim öyle seyrediyordu etrafını... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.