“Hafız, evladım; hakkında hayırlısını iste” dedi...

A -
A +

“Al Hafız Lütfü, sen iç…” buyurunca sanki dünyalar benim oldu. Aldım içtim. Ömrümde böyle lezzetli bir çay içmemiştim. 

 

Tepsiyle çaylar getirildi, herkes birer ikişer bardak aldı yine bana bir şey kalmadı. İçimden; “Sen de hak ettin! Az bile Lütfü…” demiştim ki; başımdan kaynar sular dökülür gibi bir hâl kapladı, sanki çarpılmıştım. Ağzım eğiliyor, gözlerim şaşılaştı, parmaklarım birbirinin üzerine bindi gerilip kaldım. Beni görenlerin birbirlerine bakıp fısıldaştıklarını duyuyordum; “Bu yeni gelen kimse çarpıldı!” Erzurum müftüsü olduğunu sonradan öğrendiğim Osman Efendi ise; “Sus be adam, kendine bak! Mübareğin huzurunda edepsizlik etme…” diye azarlıyordu o konuşanları.

Çarpıldığıma iyice inanmıştım artık. Bana mı öyle geliyordu, yoksa ağzım hakikaten eğrildi mi ne diye düşünerek, eğik başımı daha eğip omuzlarıma değdirerek kontrol ettim, baktım yerinde, o zaman kısmen rahatlasam da üzüntümü kelimelerle anlatacak gibi değilim. Ağlayacağım, ağlayamıyorum, kalkacağım kalkamıyorum tam sıkıntımın zirve yaptığı andı ki mübarek, sessizliğini bozdu;

“Hafız, evladım; hakkında hayırlısını iste…” dedi, ellerini dizlerine öyle bir vurdu ki, sanki zıpladı, başı tavana değecek gibi oldu veya bana öyle geldi. “Osman, evladım bana bir çay daha getirin…” buyurdu. İsmi Osman olan biri hemen kalktı bir çay daha aldı geldi. Unutmuyorum üç şeker attı, kendi eliyle yavaşça karıştırdı, karıştırdı. “Bunu adaşıma verin…” buyurunca herkes birbirine bakındı. Ben ayağa kalktım. “Al Hafız Lütfü, sen iç…” buyurunca sanki dünyalar benim oldu. Aldım içtim. Ömrümde böyle lezzetli bir çay içmemiştim. Tabii zamanımızın bir tanesinin eliyle ve nazarlarıyla demlenen çay nasıl olursa öyle düşünmek lazım… Çaydan bir yudum aldıktan sonra cesaretim de geri geldi. Yakınımdakinin koltuğuna sıkıştırılmış ekmeklerin birinin ucundan tuttum çektim, bir parça koptu onu afiyetle yedim, sanki gözlerime de kuvvet geldi. Sofranın başında kısa zamanda yaşadığım hâlleri anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalıyor…

- Eee sonra ne oldu? Tamamını anlatmadan bırakmayacağımızı biliyorsun hocam. Bu davetler, hatıralarını dinlemek için yapılıyor bilesin. Yarın akşam da bizdesin. Ona göre işlerini ayarla. Şu ayağından vurulmanın hikâyesini merak ediyoruz. Ha burada olan herkes gelecek inşallah.

- Tamam Haydar Ağa! Hiç yarı bırakır mıyım? Sizde bu merak ve istek olduktan sonra bende anlatma bitmez. Hikâye de çok, çene de…

- Hadi bakalım!

- Alelacele sofrayı kaldırdılar. Mübareklerin odası son gelenlerle lebalep doluydu. Gözler üzerimde. Ben ise başımı kaldırıp da doya doya o Mübareğe bakamıyorum.

- Edepten olsa gerek… Bir de bazı hâllere şahit oldun. Şek ve şüphen kalmamıştır artık.

- Rüyalarımdan itibaren o defteri kapatmıştım Haydar Ağa...

Sonra bana baktı, “Önüme gel Hafız Lütfü” dedi. Nasıl kalktım yıldırım hızıyla önüne diz kırdım, oturdum, anlayamadım. Her şey harikuladeliklerle doluydu. İsmimi, hafız olduğumu, gözleri görmediği hâlde çaysız kaldığımı o odada herkesin önünde yaşamış, açık kerametlerine şahit olmuştum. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.