"Mübarek olsun Lütfü Hoca, senin yanında olmak isterdim"

A -
A +
"O büyüklerde zerre kadar dünya muhabbeti yoktur, rahatlarını, keyiflerini düşünmezler asla..."
 
Bu minvalde sohbet devam ederken kapı “çat” diye açılıverdi. Bütün başlar, bu sefer de o tarafa çevrildi. Giyim kuşamından pek zengin biri olduğu belli olan; orta yaşlarda bir adam girdi. Demek meşhur ve itibarlı birisiydi ki herkes ayaklandı. Sadece mübarekle ben öyle olduğumuz gibi kalakaldık. O, ise kimseye bakmadan direkt Efe hazretlerinin yanına geldi, elini öperken oturduğu minderin altına bir kalın zarf sürüverdi. Artık edepten mi, yoksa görmesinler diye mi orasını tam anlayamadım. Bu itibarlı misafir, parayı koyup fısıltıyla “hediyemizdir…” deyip elleri önde geri geri çekilince mübarek, hiç bekletmeden hemen zarfı, konulan yerden çıkardı; “Osman; bunu falancaya ver. Öküzleri ölmüş. Öküz alacak. Yoksa tarla çayır işleri nasıl yapılacak?” deyince parayı getiren; “Efe hazretleri haddim olmayarak affımı istirham ederim, orada çok para var!” dedi. Bunun üzerine mübarek, ciddileşti; “Onun da o kadar çok paraya ihtiyacı var evlat…” dedi.
Parayı uzun boylu, kara kuru birine verdiler. Şekli gözümün önünde ama adam kimdir, nerelidir? Ne o gün, ne de sonra öğrenemedim.
- Hep öyleymiş Mübarek! Kendi basit ve sade evlerde oturuyormuş. İnsanların yardımlarını, hakiki ihtiyaç sahiplerine ulaştırmada üstüne yokmuş. Mübarek olsun Lütfü Hoca, senin yanında olmak isterdim. Nerede o kısmet?
- Gözümün önünde cereyan etti efendi hocam. Adamın iki öküzünü kurtlar parçalamış, Efe hazretlerinden para istemeye gelmemiş, duâsını almak niyetiyle gelmiş, duâyla birlikte nimete de konmuş.
- Onlar kalplerin casusudur Lütfü Hocam. Kimin neye ihtiyacı var? Allahü teâlânın müsadesi ve inayetiyle bilir, ona göre de hareket ederler. O büyüklerde zerre kadar dünya muhabbeti yoktur, rahatlarını, keyiflerini düşünmezler asla. Onun için de sözleri tesir ediyor, elhamdülillah.
- Gelen parayı herkesin gözü önünde, benim de yanı başımda verdi. O zaman hesap etmişlerdi on Reşat altın ediyormuş verilenler.
- Öküzlerini kaybedenin yüz ifadelerini merak ettim, acaba ne hâl aldı Lütfü Hoca?
- Hiç sevinmedi Cafer Ağa’m, utancından hep yere bakıyordu.
- Demek o da boş biri değilmiş.
- Sonra ona buyurdu ki; “Yarın hayvan pazarına git, bir çift genç tosun al, yaşlı alma…” dedi, sonra da; “Olur mu, anlaşıldı mı?” diye de tasdik ettirdi.
- Mutlaka bir hikmeti vardır. Başka neler oldu Lütfü Hocam?
- Sonra benim suallerim de bitip cevaplarımı, dersimi aldıktan sonra yatsı namazı kılındı, tövbe ve istiğfar okuyarak müsaade istendi. Gece benimle birlikte öküz parası verilen ve bir başka uzaktan gelen daha vardı, üç kişi kaldık. Yüklük, yün yatak yığılıydı. Üç ayrı sekinin üzerine üç döşek serdik ama uyumak ne mümkün. Sabaha kadar nafile namaz kıldık, hocamızın verdiği dersleri çektik.
- O parayı alanın kim olduğunu, öküzlerin öldüğünü nasıl haber verdiğini soramadın mı? DEVAMI YARIN
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.