Çocukluk arkadaşım Ergün

A -
A +

İlkokul dördüncü sınıfta, ikinci yarıyıldaydık. Türkçe öğretmenimiz 'Fidan' adlı şiiri ezber ödevi vermişti... O gün sırayla tüm sınıf bu şiiri okuyacaktı. Sıra Ergün'e gelmişti... Ergün kendi halinde erkek çocuk olarak hiç yaramaz sayılmayan, halim selim, temiz, titiz, ağırbaşlı bir çocuktu. Ayrıca pek bir esmer, çelimsiz, kara kuru sayılırdı. Sınıf içinde de pek bir popülaritesi yoktu. Ama özellikle taa sene başından beri benimle ilgileniyordu. Derslerde çaktırmadan göz atmalar, teneffüslerde kollamalar, ders aralarında evden getirdiği ya da satın aldığı yiyeceklerden ne yapıp edip mutlaka ikram etmeler... Kısacası o yaşta çocukça da olsa özel ve yakınlık duyguları besliyordu. Bense onun sergilediği tüm bu davranış ve tutumun farkında olmama rağmen vurdumduymaz davranıyor, özellikle etrafımdaki arkadaşlarıma da onu görmezden geldiğimi ifade etmeye çalışıyordum. Onun bana olan bu ince hisleri beni ona karşı ukala, küçümseyici yapmıştı. Belli ki sevgi şımarığı olup çıkmıştım... Ergün tahtada şiiri okumaya başladı. Yüksek vurgulu bir sesle 'Fidan!' dedi. Bu arada bembeyaz patiska mendilini çıkarıp duyabileceğimiz ama az bir sesle burnunu temizledi. Aslında gayet doğal olan bu davranışa, herkes gülecek zannıyla biraz da ona karşı kibirli ve şımarık olmamın tesiriyle abartılı bir kahkaha koparıvermiştim. Fakat koca sınıfta benden başka gülen olmamıştı! Çok utanmış kıpkırmızı olmuş, hemen kesmiştim bu terbiyesizce kahkahayı. Aslında ben böyle bir çocuk değildim. Ama nedense Ergün'e karşı başka oluyordum işte. Öğretmenimiz gayet sakin: 'Betül'cüğüm, Ergün komik bir şey yapmadı ki!" diye beni ikaz ederken ayrıca mahcup olmuştum. O ders hepimiz şiirlerimizi okumuştuk. Çocukluk işte. Teneffüste dersteki vukuatı çoktan unutmuş, dört beş kız arkadaş ip atlamaya başlamıştık. Bu esnada karşıdan, her zamanki gibi ağır adımlarla yürüyen Ergün'ü görmüştüm. Belli ki yanıma geliyordu. Ama bu kez elinde herhangi bir yiyecek yoktu. Acaba derste yaşananlarla ilgili bir şey mi diyecekti? O baygın bakışları hâlâ hatırlıyorum. İki ya da en fazla üç saniye gözlerimin içine baktı ve sağ eliyle sol yanağıma orta şiddetli bir tokat attı. "Şaak!" diye... Hayatımda ilk ve son olacak bu tokat karşısında neye uğradığımı şaşırmış ne diyeceğimi bilememiştim. Ergün, yine aynı sakinlikte ağır adımlarla uzaklaşmıştı. O güne kadar, olan biten her şeyi ailemle paylaşan ben, ömrümde ilk kez yediğim bu tokadı, aileme söyleyememiştim. O günden sonra Ergün çok değişmişti. Bana bakarken rastladığım kömür karası bakışlar artık yoktu. Kendimi öyle kötü hissetmeye başlamıştım ki... Ne yediğim tokat, ne ailemin haberdar olacağı kaygısı beni bu kadar etkilememişti... Aslında her şey eskisi gibiydi sadece Ergün hariç! Ama ondaki yokluğum beni çok üzüyordu. Artık ben onu takip eder olmuştum... Sözde çaktırmadan yapıyordum. Ama her baktığımda bana bakar halde bulduğum o gözlerle, bir kez bile denk gelemedik bir daha... Günler geldi geçti, mevsimler değişti ama Ergün hiç değişmedi... Ben bu hüznü yaşarken haziran ayında babamın tayini başka bir şehre çıktı. Onun kalbini tekrar kazanabilme umudum da böylece sönüvermişti... Arkadaşlar, öğretmenim, okulum, komşularımız ve daha pek çok alıştığım şeyden ayrılışımızın burukluğu vardı. Ama Ergün ve onun kırık kalbinin burukluğu daha bir hüzün vericiydi. Aradan yıllar geçti. Ergün şimdi nasıl, nerede, ne yapıyor? Bilmiyorum... Şimdi ben de bir öğretmenim. Ergün'le aramızda yaşananlara benzer çok olaya şahit oluyorum öğrencilerimde. Hepsinde ben de o yıllarıma dönüyorum, hepsinde buruk bir tebessümle... * Z.B.B.-Ankara Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.