"Necati Başara, kim bakar bu kokmuş kaşara?.."

A -
A +

Anadolu Ajansı, İstanbul Bölge Müdürlüğü binasında çalıştığımız yıllardı... Bir gün elinde bir mektup zarfıyla kapıdan içeri yaşlı bir amca girmiş, "Beni sana gönderdiler" demişti. Saf, pürüzsüz, mütevekkil bir o kadar da kararlı bir sesle: "Hatıralarım var, kimse yayınlamıyor. Siz yayınlıyormuşsunuz" -Buyurun, soluklanın, dedim yer göstererek. Masamın karşısındaki sandalyeye otururken çok memnun kalmış, "İyi insanlara benziyorsunuz siz hepiniz" demişti. Hoşsohbet birine benzeyen ihtiyar, hemen ardından en önemli müşkülünü söylemişti: -Benim kulaklarım duymuyor ama... Ne yapacağız? O anki ruh halimle, hemen kâğıt kaleme sarılmış ve "Ben sana not yazarım; okursun" demiştim. Minnettar ve mahcup bir tarzda gülümsedi. Hatırasını alıp gönlü kalmasın düşüncesiyle oracıkta birkaç satırına baktım. Şaşırdım. Orijinal bir el yazısıydı. Bu yaşlı amca okumuş yazmış biri miydi yoksa? "Bu yazı sizin mi?" diye not yazdım kâğıda. "Necati Başara siz misiniz?" "Evet!" benim dedi, ardından sordu: "Yayınlar mısın?" "Elbette" "Sağ ol" Bu "sağ ol" kelimesi öylesine minnettarlık yüklüydü ki anlatılamaz. Çünkü o yıllarda yayınlanan hatıralara teşvik anlamında sembolik bir para ödeniyordu. Sonraki günler, Necati Başara Amca hemen her hafta âdeta ziyaretimize gelir olmuştu. Arkadaşlar, o kapıdan içeri girdiğinde "Seninki geldi yine" diye takılmaya başlarlardı. Tabii her defasında hatıra yayınlatmak için gelmiyordu. "Sen beni birkaç dakika da olsa dinliyorsun ya o bana yeter" diyordu. Belli ki, hayatta yapayalnız hissediyordu kendini. Ben de, "Bu kapıdan içeri girip de hoşnut olmasına vesile oluyorsam ne mutlu" duygusu ve sorumluluğuyla ağırlıyordum kendisini. O konuşuyor, ben not yazarak sorularına cevap yetiştirmeye çalışıyordum. Hatta biraz zaman alırsa not yazmam, "E hadi" diye sabırsızlanırdı. Olumsuz sonuç bildiren notlarımı okuduğu zaman da "Öyle mi?" diye üzülmesi, hayıflanması vardı ki, yüreğim parçalanırdı. O da biliyordu, artık kocadığını. Kendisiyle ilgili diyordu ki kafiyelice: "Necati Başara, kim bakar bu kokmuş kaşara?" Ama biz bilmiyorduk, onun yıllar önce milyonları hayran bırakan bir TRT Radyosu sanatçısı ve program yöneticisi olduğunu. Ne bilirdik ki, 1950'li yılları? Hatıralarından orman mühendisi olduğunu, yıllarca da şeflik yaptığını okuyunca, Necati Amca'nın eskiden gerçekten kerli ferli biri olduğuna hükmetmiştik. Cumhuriyetin ilk yıllarında orman şefliği yapmak ne demekti? Ama sanatçı yönünü nereden bileceğiz? Bir gün yine Necati Başara Amca, ziyaretime gelmişti. Meraklı şekilde sorularını soruyor, ben de not yazarak cevaplamaya çalışıyordum... Hemen yan odamızda bulunan ressamımız Samim Utkun Ağabey de, resim malzemelerini yıkamak için odasından çıkıp yanımızdan lavaboya geçmişti. Samim Utkun Ağabey saygı duyduğumuz bir büyüğümüzdü. Kore gazisiydi. Tommiks Teksas gibi çizgi romanların kapaklarını çizen, mesleğin duayeniydi. İstanbul Beyefendisi, en önemlisi de gazetemizin sahibinin değer verdiği biriydi. Oldukça kültürlü ve tecrübeliydi. Samim Utkun Ağabey tekrar odasına geçerken bana: "Kim bu zat?" diye işaret etti. Ben de durumu anlattım ve Adı Necati Başara imiş" dedim. -Ne? Dedi heyecanlanarak, yoksa bu o mu? -O da kim abi? -1950'li yıllarda İstanbul Radyosu'nda herkesin hayran olduğu sanatçı... Ardından bizi de heyecanlandıran bir hareketle, dikkatle bizi dinleyen Necati Başara Amcaya döndü. Elini ağzına götürüp "Kavalın yanında mı?" der gibi yaptı. İşte o an şaştık kaldık. (Devamı yarın) > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.