Kâbusa dönen bir günün ardından!..

A -
A +
"Kan ağlıyordu içimiz. Herkes onun yokluğuna üzülürken ben buna ya sorumlusu ben isem diye bir de suçluluk duygusu ekliyordum. Kardeşime bir şey olsa kendimi affedemezdim..." İlkokul beşinci sınıfa gidiyordum. On bir yaşındaydım. Mayıs ayıydı. Havaların ısınmasıyla birlikte yeşillikleriyle, çiçekleri böcekleriyle tabiat renk cümbüşüne dönmüştü. O gün de böylesine güzel bir gün olmasına rağmen burnumuzdan gelmiş, gecemiz kâbusa dönüşmüştü. O gün arkadaşım Emre ile kütüphaneye gitmiştim. Meğer altı yaşındaki kardeşim de peşimizden bizi takip etmiş. Ama biz onun gelişini fark edememişiz. Ben ve Emre kütüphaneye giderek araştırmamız gereken ödevlerimize yoğunlaştık. Ödevlerimizi tamamlamanın verdiği sevinçle mahallemize döndüğümüzde evimizin önünde anlam veremediğimiz bir kalabalıkla karşılaştım. Çok korktum. Kalbimin nasıl çarptığını, yüreğimin nasıl sızladığını anlatamam. Kalabalığın arasından yanıma yaklaşan bir çocuğun verdiği haber beni can evimden vurmuştu: -Abi kardeşin Hakan kaybolmuş! -Ne? "Hakan!" diye bağırarak kalabalığın arasından anneme seğirttim. Baktım ki evde annem iki gözü iki çeşme ağlıyor. Onu teselli etmeye çalışan komşularımız çaresizlik içinde. Demek o çocuğun dedikleri doğruydu. Gözyaşlarımı tutamadım. Bir anda dünya başıma yıkıldı. Nasıl bir kâbus anlatılamaz. Ne yaptığım ödev kalmıştı aklımda ne yarınla ilgili düşüncelerim. Acaba Hakan nereye giderdi? Kendi mi gitmişti? Birileri mi kaçırmıştı? Kardeşim şu anda kim bilir ne haldeydi? Ağlıyor muydu? Ağlatıyorlar mıydı? Bir yerde düşüp kaldı da kurtarılmayı mı bekliyordu? İşkence mi ediyorlardı? Öldürülmüş olabilir miydi? Şu an dövüyorlar mıydı? Peki, insanın aklına hiç iyi düşünce gelmiyor muydu? Hayır, hiç gelmiyordu. Akla gelen binlerce ihtimalin binlercesi de hep kâbustu. Çünkü kardeşim çok küçüktü. Kendi başına bir yere gitmesi mümkün değildi. O yaşta bir çocuğun kaybolması insanın aklına böyle ihtimalleri getiriyordu... Anons yapılması için yerel radyolara haber verdik. Polisler çoktan aramaya başlamıştı bile. Kardeşimin bulunamayacak olma ihtimali tüm aileyi mahvediyordu. Ya ona bir şey yaptılarsa? Onu düşünmek bile istemiyorduk. Bütün bu üzüntüme ilaveten bir de babam bana kızmaz mı? Bir de ona yanıyordum. Çünkü babam, "Senin yüzünden kayboldu" demeye getiriyordu. Sanki her şeyin sorumlusu bendim. Kendi kendime "Sahiden kardeşimin kaybolmasının sebebi ben miyim?" diye hesap sormaya başladım. Ama ben nereden bilebilirdim ki? Ben bile çocuktum o zaman. Bazı şeylerin ne olabileceğine kanaat getiremezdim. En azından dikkatli olma açısından. Aradan bir gün geçmişti. Kardeşim halen ortalıkta yoktu. Acıyordu yüreğimiz. Kan ağlıyordu içimiz. Herkes onun yokluğuna üzülürken ben bu üzüntüye "ya sorumlusu ben isem" diye bir de suçluluk duygusu ekliyordum. Kardeşimin başına bir şey geldiyse kendimi affedemezdim. Allaha dua ediyordum: "Rabbim ne olur kardeşimi bulalım." Allah'ım bir bulunsa, bir daha hiç yanımdan ayırmayacaktım. Evimizin son beşiğiydi. Onsuz nasıl yaşardık? Allah kardeşimi bize bağışlamıştı. Radyo anonsuyla "kayıp" haberini duyan sorumlu bir vatandaş, cami avlusunda uyurken bulmuş. Polise haber vermiş. "Çocuğunuz bulundu, karakola gelin" haberiyle yerimizden fırladık. Saniyeler geçmek bilmiyordu. Biraz korkmuş, biraz mahcup olsa da kardeşimiz çok şükür karşımızda duruyordu. Bizi görünce ağlamaya başladı. Biz de ağlıyorduk. Çok şükür bunlar sevinç gözyaşıydı. Kardeşimi bulan vatandaşa minnet duygularımızı ilettik. Polise teşekkür ederek kardeşimi alıp evimize geldik. Şu an bunları anlatırken gülüp geçiyoruz ama o gün, bize zindan olmuş, burnumuzdan gelmişti. * Hilmi Seyitoğlu-Hakkâri Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.