Mevla’yı seversen incitme canı...

A -
A +
“Su sesi bir başka oluyor ilkbaharda... Dereyi ne kadar seyrettim, farkında değildim...”
 
Köyümüzde ortaokul yoktu. Ortaokula gitmek isteyenler, beş kilometre mesafedeki kasabaya yaz-kış gidip gelmek zorundaydı. Babam bu köye birkaç sene önce atanan bir öğretmendi.
Okul ve lojmanımız köyden ayrı bir tepenin üzerindeydi. Kasabaya giderken öğrenciler seslenir ve beni de alırdı.
O sabah beni almadan gitmişlerdi. Belki seslenip geçmişler, ben duyamamıştım. Bir süre sonra hazırlanıp yola koyuldum.
Yolun iki yanında, kış boyu dinmek bilmeden yağan yağmur ve karlardan nasibini bolca alan, çeşitli ot ve çiçekler, alabildiğine serpilip büyümüşlerdi. Adım başı bu sık otların arasından fırlayıp kalkan üveyikler, serçeler, dalgın yürüyen herkesi ürkütebilirdi…
Tatlı kokularını havaya cömertçe yayan çeşitli ot ve çiçeklerin üzerine konup kalkan renk renk böcekler; en üzgün yüreğe bile ferahlık verebilecek güzellikteydi. Kısaca doğa bir harikaydı.
Hava mı etkilemişti, ben mi yorulmuştum, bilmiyorum. Yolumu kesen bir küçücük derenin, çağıltısına dayanamayıp oracığa çöküverdim. Su sesi bir başka oluyor. Hele ilkbaharda...
Dereyi ne kadar seyrettim, farkında değildim. Birden arkamda bir hışırtı duydum. İrkilerek kalktım. Oturduğum yerin tam yanında, bol yapraklı ve kısa köklü bir otun dibinde, irice bir yılan çöreklendiği yerden kafasını dikmiş, o soğuk ve donuk gözleriyle bana bakıyordu. Ağzının içine girip çıkan sipsivri siyah diliyle âdeta harekete hazır ok gibiydi…
Dehşet içinde derenin kenarından kocaman bir taş kapmamla, yılanın kafasına fırlatmaya hazırlanıyordum ki gördüğüm manzara beni şoke etti!..
Çöreklenmiş yılanın vücudunun arasından, bir iki küçücük baş bana bakıyordu. Dikkatle bakınca, bunların yavru yılanlar olduğunu anladım. Demek ki; bana tıslayan ve şimdi de elimdeki taşla saldıracağımı anlayarak mahzunlaşan yılan bir anaydı...
Vücudum bir anda binlerce dikenle ürperdi... Taşım elimde, yavaş yavaş geri çekildim. Ana yılanın gözlerindeki "şükran" ifadesinin, benim bir kuruntum olmadığını şimdi daha iyi anlıyordum...
Aradan yıllar geçti. Bir başka şehirde; pabuçlarıma pençe yaptırmak için gittiğim ihtiyar kunduracının küçük kulübesinde ve adamın tam arkasında, kılıfı içinde asılı bir Mushaf-ı şerifin hemen yanında, duvara yapıştırılmış soluk bir kâğıdın üzerindeki silik bir yazıda şu satırları okumuştum:
“Canını seversen öldür yılanı
Mevlâ’nı seversen incitme canı...”
              Atilla Coşgun-Hatay
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.