"OsmânGâzi", dünyâya teşrif ettiği zaman, Hülâgu da, Bağdat'ı yağmalıyordu o an. Mustarip oluyorken Bağdat'taki insanlar, Sevince gark olmuştu "Söğüt"te müslümanlar. Yepyeni bir devleti binâ edecek olan, Bir yiğit doğuyordu Söğüt'te çünkü o an. Büyüğüp serpilince "Osmân Gâzi" nihâyet, Güzel ahlâkı ile temâyüz etti gâyet. Hem o devrin tanınmış "Ahî" büyüklerinden, "Şeyh Edebâli" ile tanıştı gidip hemen. Hizmet ve sohbetiyle şereflenip o zâtın, Tahsil etti yanında İlm-i zâhir ve bâtın. Dînin emirlerine uyarak ince ince, Resûl'ün ahlâkıyla zînetlendi böylece. Hem "Ertuğrul Gâzi"nin silâh arkadaşları, Onu yetiştirdiler herbiri ayrı ayrı. Ata nasıl binilir, kargı nasıl savrulur? Öğrendi özellikle kılıç nasıl vurulur? Gazâ hikâyeleri dinleyip hem onlardan, Bilgi ve görgüsünü geliştirdi durmadan. Katılıp gençliğinde birçok gazâlara da, Zaferler kazanarak, olgunlaştı daha da. Bir yandan da hocası "Edebâli"ye gidip, Feyizyâb oluyordu sohbetini dinleyip. Ondokuz yaşlarında idi ki, bir gün yine, Gitmişti hocasının sohbet ve hizmetine. Üstâdının evinde misâfir kaldı gece. Yattı ve rahmânî bir rüyâ gördü şöylece: Şeyhi Edebâli'nin, bir "Ay" çıktı bağrından. Sonra, kendi koynuna gelip girdi ardından. Ve kendi göbeğinden bir "Ağaç" çıktı ki hem, Dalları, yaprakları âlemi tuttu o dem. Var idi gölgesinde nice dağlar, nehirler. Kurulmuştu bir nice köy, kasaba, şehirler. İnsanlar, cıvıl cıvıl kaynaşıp duruyordu. Kimi bahçe suluyor, kimi koşturuyordu. Uyanınca, bu rüyâ, mânâlı geldi ona. O sabah, heyecanla anlattı hocasına. Hazreti Edebâli, dinleyip kendisini, Buyurdu ki: (Yâ Osmân, tebrik ederim seni. Sana ve evlâdına, Hak teâlâ ey evlât! İhsan etti çok büyük bir devlet ve saltanat. Bütün dünyâ, emriniz altında bulunacak. Kerîmem "Mâl hâtun" da sana zevce olacak.) O anda talebeden "Dursun Fakîh" adında, Bir garip derviş dahî var idi yanlarında. O derviş, oracakta kıydı nikâhlarını. Ondan bir oğlu olup, "Orhan" koydu adını.