Ebül Hüseyin Nûrî "rahmetullahi aleyh" Bağdat'ta yaşıyordu. Rabbini arayanlar, hep ona koşuyordu. İsfehan'da bir genç de, işitti bu zatı. Hallerini öğrenip, bin canla aşık oldu. Koştu babasına. - Ben Bağdat'a gideceğim. - Bu da nereden çıktı? - Orada bir büyük zat varmış. Onu göreceğim. - Hayır gidemezsin. - Ne olur baba. - Hayır dedim. Adam, İsfehan'ın en zenginiydi. Baktı ki zorla olmayacak, metodu değiştirdi. Dünyalık serdi önüne. - Gitme, sana bir köşk alayım. - İstemem. Hiçbiri gözümde yok. - İçini eşya ile donatayım. - Mühim değil. - Hizmetçilerin olsun. - Hiçbiri gözümde yok. Adam çaresizdi. - Peki, nereye istersen git. Genç sevindi. Aynı gün çıktı yola. İçindeki aşk ile dere tepe koşuyordu. O gele dursun, Ebül Hüseyin Nuri, dergahında sohbet ediyordu. Bir ara kesti sohbeti: - İsfehan'dan bize bir gelen var. - Kim efendim? - Genç bir aşık. Ve ekledi: - Onun aşkı ibrettir hepimize. Kalkın, geleceği yolları temizleyin ki incinmesin ayakları. Kalktılar, süpürdüler yolları. Aşık maşukuna kavuştu Az sonra genç geldi. Aşık, maşukuna kavuşmuştu. Sordu mübarek zat: - Nereden geliyorsun? - İsfehan'dan. - Ne zamandır yollardasın? - Üç gün, üç gecedir. - Peki, baban, gelmemen için sana köşk alsaydı, yine gelir miydin? Çocuk şaşırdı. - Teklif etti, istemedim. - İçini eşya ile donatsaydı? - Kabul etmedim. - Hizmetçilerin olsun deseydi? - Gözüme gözükmedi. Ve genç, başladı ağlamaya. Sevgisi kat kat artmıştı. Sarıldı ellerine. - Köşkü de, eşyası da, hizmetçisi de onun olsun efendim. Ben size geldim. Sizdedir benim ebedi saadetim.