1300'lü yıllar... Gelibolu'da Allah dostlarından biri yaşamaktadır. Hoca Hamza Efendi. Bir camide imammış bu zat. Halkı irşad edermiş. Kalplere Allah sevgisini nakşedermiş. İstemezmiş kimsenin ıstırap çekmesini. Hele Cehennemde yanacak olanları düşündükçe, mahvolurmuş. Seher vakitlerinde secdeye kapanır. -Ya Rabbi! hiç kimseyi ateşte yakma! diye yalvarırmış. Gözyaşı dökermiş. Onun meclisinde gıybete yer yokmuş ayrıca. Yapan olursa, derhal susturur, -O dediğine, ben daha çok layıkım dermiş. Eyvah, gitti oruç! Bir gün, yanında valiyi kötülerler. -Eyvaah! der, gitti orucun sevabı. -Siz gıybet etmediniz ki derler. -Evet, gıybet etmedim, ama dinledim der. Gıybette dinleyen de ortaktır günaha. * * * O, duası makbul bir Allah dostudur. Dermansız hastalar ona koşar. Bir duası ile şifaya kavuşurlar. Kendinin de mühim hastalıkları vardır. Bir dostu, bir gün huzuruna varır. -Efendim! der, herkes hastalığı için size geliyor. Duanızla iyi oluyor. Kendiniz için de bir dua etseniz! Mübarek gülümser. -Kardeşim! der, onlar hastalıktan kurtulmak istiyor ve kurtuluyorlar. Bizse razıyız halimizden. Halis mümin nasıldır? Biri sorar bu zata: -Halis mümin hasıl olmalı? Şöyle cevap verir: -Halis mümin Rabbini çok sever. Günahlarını düşündükçe uykusu kaçar. Gözyaşları sel olup akar. Utanır Rabbinden. Başını kaldıramaz yerden. Ve şöyle devam eder: O, her sıkıntıda kusuru kendinde görür. Her nefeste Rabbini düşünür. İncitmez kimseyi. *** Mübarek, Cehennem korkusu ile çok zaman ağlarmış. Bunun için, -Bir insan nasıl yanar? dermiş. Ateş deyip geçmeyin! Bir kibrit alevine tutun parmağınızı. O zaman anlarsınız ateşin ne demek olduğunu.