"MEŞVERET": "Aklı-fikri kuvvetli, ileriyi gören kimseler ile bir konu üzerinde konuşma, görüşme, danışma, görüşüne başvurma" demek olup insanı pişmân olmaktan koruyan bir kale gibidir. "İstişâre" yapılacak kimsenin emîn olması, doğruyu söylemesi, söylenilenleri başkalarından gizlemesi lâzımdır. İnsan, malını, emniyet ettiği kimseye bıraktığı gibi, doğru söyleyeceğine emîn olduğu kimse ile istişâre eder, danışır. "Meşveret" olunacak kimsenin, insanların hâlini, zamânın ve memleketin şartlarını bilmesi lâzımdır. Buna "ilm-i siyâset=siyâset bilgisi"denir. Bundan başka, istişâre edilecek kimsenin aklı ve fikri kuvvetli, ileriyi gören, hattâ sıhhati yerinde olan kişi olması gerekir. Bu şartları taşımayan kimselerle istişâre yapmak uygun değildir. İstişâreden sonra bir işe karâr verildi mi bir daha karâr değiştirilmez. Zîrâ Allahü teâlâ, istişârede bereket yaratır. Hadîs-i şerîfte; "İstişâre eden pişmân olmaz. İstihâre eden zarar etmez" buyuruldu. Tıptaki bilgilerin son derece artması, bir hekîmin her konuda a'zamî bilgiye sâhib olmasını imkânsız kılmıştır. Tıpta, çeşitli durumlarda başvurulan bir yol olan ve "KONSÜLTASYON" diye kullanılan bir terim vardır. Bu terim, "Tıpta, çeşitli dallarda uzman olan hekîmlerin, tam aydınlatılmamış olan bir vak'a yâhût teşhîsi zor bir hastalık karşısında yaptıkları fikir alış-verişi, istişâre" demektir. "Konsültasyon" yapılan bir diğer durum da, uygulanacak tedâvî üzerinde hekîmlerin yaptıkları istişâredir. Hastada uygulanacak ameliyâtın yapılıp-yapılmaması veya ameliyât tekniğinin ne olacağı cerrâhlar arasında yapılan "konsültasyon"da belirlenir. Ameliyatlardan başka çeşitli hastalıklarda uygulanacak tedâvîler de, hekîmler arasında yapılan "istişâre"yle tesbît edilir. "MÜŞÂVERE": "Aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören kimseler ile bir konu üzerinde konuşma, görüşme, danışma, meşveret etme, görüşüne başvurma." Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: "(Ey Resûlüm!) Eshâbın ile müşâvere et; onlara danış." (Âl-i İmrân sûresi, 159) Büyük İslâm âlimlerinden İmâm Mâverdî şöyle buyuruyor: "Müşâvere yapılacak kişide şu beş şart bulunmalıdır: 1) Akıllı ve tecrübeli olmalıdır. 2) Dindâr ve takvâ sâhibi (Allahü teâlâdan korkarak harâmlardan kaçan olmalıdır.) 3) Nasîhat eden bir dost olmalıdır. 4) Zihnini meşgûl eden bir sıkıntısı olmamalıdır. 5) Kendisine danışılacak işte onu ilgilendiren bir maksadı ve onu etkileyecek bir arzû ve menfaat olmamalıdır." Donald Rockwell de, Müslümanların müşâvere etmelerini çok güzel olan hasletlerden sayıyor: "Müslümanlığın çok mantıkî oluşu ve sâdeliği, câmilerin insanı kendine çeken câzibesi, bu dîne mensûb olanların dînlerine büyük bir ciddiyet ve muhabbet ile bağlanmaları, işlerde müşâvere edip, insanlara dâimâ merhamet ve şefkat ile muâmelede bulunmaları, yoksullara yardım etmeleri ilk defâ olarak kadınlara da mal sâhibi olma hakkını vermeleri gibi pek çok şeyler, o zamâna göre yapılan en muazzam medenî inkılablar, benim üzerimde çok büyük te'sirler yaptı." "Bir işin yürütülmesi için seçilen ve belli vasıfları taşıyan kişilerden meydana gelen danışma meclisine veya bu meclisin toplandığı yer"e de "ŞÛRÂ" denilir. İslâm târihinde devlet ve millet işlerinin görüşüldüğü, "Halîfe"ye veya "Hükümdar"a yardımcı olan, idâre edenlerle idâre edilenlerin karşılıklı düşünce ve görüşlerini açıkladıkları, insanlar için en faydalı olanın karara bağlandığı meclislere de "Şûrâ" adı verilmiştir. Arapça'da; "danışmak, istişâre etmek ve meşverette bulunmak, istişârenin yapıldığı yer ve müessese" ma'nâlarını ifâde eden "şûrâ", İslâmiyette devlet idâresinin temel prensiplerindendir. Fert ve toplum hayâtında önemli bir yer tutar ve İslâm dîninin en önemli emirleri arasında yer alır. Allahü tâlâ tarafından, Kur'ân-ı kerîmde, Âl-i İmrân sûresinin 159. âyetinde Peygamber Efendimize hitâb edilerek meâlen; "...İş husûsunda onlarla müşâvere et. Bir kere de azmettin mi artık Allah'a güvenip dayan. Çünkü Allah kendine güvenip dayananları sever" ve Şûrâ sûresinin 38. âyetinde de meâlen; "İşleri kendi aralarında şûrâ iledir" buyurularak şûrânın önemine işâret edilmiştir. Sevgili Peygamberimiz de Kur'ân-ı kerîmde bildirilmeyen birçok işlerde Eshâb-ı kirâmın fikirlerine başvurarak, danışmanın ve şûrânın önemine işâret buyurmuştur. Meselâ, Uhud Savaşından önce, Medîne'de kalarak mı, yoksa düşmana karşı şehir dışına çıkarak mı harp edilmesi husûsunda Eshâb-ı kirâmla müşâverede bulundu. Kendisi Medîne'de kalarak muhârebe etmeyi tercih ettiği hâlde, çoğunluk şehir dışına çıkmayı istediği için, düşmâna karşı şehir dışına çıktı. Buna benzer birçok hususlarda, Eshâb-ı kirâmla istişâre eden Peygamber Efendimiz, yüce Allah'ın emrine uyduğu gibi kendisinden sonra, Eshâb-ı kirâm ve Müslümanlara da, hakkında kesin delîl bulunmayan husûslarda istişârede bulunmaları için örnek oldu. Ayrıca kurduğu "İslâm Devleti"nin işlerini yürütmek için, görüşlerine başvurduğu kimselerden meydana gelen bir "Şûrâ Meclisi" de kurdu. Bu şûrâ meclisinin üyeleri ilk Muhâcirler ve Ensârın ileri gelenlerindendi. Daha sonra, bu şûrâ üyelerinin Müslümanlar tarafından seçilmesi veya onlar adına karar verecek bir heyetin seçilmesi şeklinde bir yol tutuldu ve uygulama böyle oldu.