Dün, hazreti Ali'nin şehit edilişinin yıl dönümüydü. Bu vesileyle sizlere bir nebze bu mübarek zattan bahsetmek istiyoruz efendim... Ali "radıyallahü anh" Resûlullah Efendimizin amcası olan Ebû Tâlib'in oğludur. İslâm halîfelerinin ve Cennetle müjdelenen on kişinin dördüncüsüdür. Resûlullahın dâmâdıdır. Ehl-i beytin birincisidir. On yaşında iken îmân etti. Otuzbeş [35] senesinin Zilhicce ayında halîfe oldu. Hazreti Ali'nin bir künyesi de Peygamber Efendimizin iltifat buyurarak söylediği "Ebû Türâb"dır. Hiç puta tapmadan Müslüman olduğu için "Kerremallahü vecheh", kahramanlığı ve çok cesur olmasından dolayı "Kerrâr" "Esedullah-il gâlib" lâkabları verilmiştir. Ayrıca takdir-i ilâhiyyeye gösterdiği tam rızadan dolayı da "Mürteza" denilmiştir... Başta Bedir, Uhud ve Hendek harbleri olmak üzere, Resûlullahın bütün gazvelerinde bulunarak, fevkalâde gayret ve kahramanlıklar göstermiştir. Birçok harplerde Resûlullah Efendimiz, sancağı Hazreti Ali'ye vermiştir. Yemen savaşında, ordu başkomutanlığı yapmıştır. Hayber Kalesinin fethinde, kalenin kapısını koparıp, kalkan olarak kullanması dillere destan olmuştur... ÂYET-İ KERÎME İLE ÖVÜLDÜ Hazreti Ali, servet sahibi değildi. Buna rağmen çok cömert, çok kerimdi. Son derece mütevazı, alçak gönüllü idi. Hakkında birkaç âyet-i kerîme nazil olmuş; kerem, cömertlik, adalet, merhamet ve diğer yüksek faziletleri övülmüştür... Resûlullah Efendimiz bir gün, Hazreti Ali ile Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'i mübârek abaları ile örterek: "İşte, benim Ehl-i beytim bunlardır. Yâ Rabbi, bunlardan kötülüğü kaldır ve hepsini temiz eyle!" diye dua buyurdular. İşte bu Ehl-i beyt, "Âl-i Nebî" namıyla, kıyâmete kadar her mü'min tarafından, her namaz ve duâda yâd olunurlar... Halifeliği devrinde zuhur eden fesatçılarla mücadelede bulunduğundan, beş sene süren hilafet zamanında sükun ve huzur bulamamış hükümet idaresinde Hazreti Ömer'in yolunu tutmuştur. Memurları murakabe eder, her işin emniyet ve istikamet dairesinde yapılmasını ister, halka karşı şefkat gösterirdi. Yoksulları Beyt-ül-mâldan geçindirirdi... Hicretin kırkıncı [m. 660] yılının Ramazan-ı şerîf ayının onyedinci Cuma günü sabah namazına giderken Abdürrahmân İbni Mülcem adlı bir Haricî tarafından başına zehirli bir kılıçla vurularak yaralandı. İki gün sonra altmışüç yaşında iken, şehid oldu. Techiz ve tekfini, oğlu Hazreti Hasan tarafından yapılmış ve namazı eda olunduktan sonra Kûfe'nin kabristanı sayılan Necef'e defnedilmiştir... "İyilik ederim" Bir gün Eshâb-ı kirâm Resûlullah Efendimizden Hazreti Ali'yi çok sevmelerinin sebebini sordular. Server-i âlem; "Varın Ali'yi çağırın!" buyurdular. Eshâb-ı kirâmdan birisi onu çağırmaya gitti. Habîb-i Ekrem, Hazreti Ali gelmeden Eshâbına: "Ey Eshâbım! Siz birisine iyilik etseniz, o size karşılık olarak kötülük yapsa ne yaparsınız?" buyurdular. Eshâb-ı kirâm; "Yine iyilik ederiz" dediler. Resûl-i Ekrem "O kimse yine size kötülük yaparsa ne yaparsınız?" buyurdular. Eshâb-ı kirâm; "Tekrar iyilik yaparız" dediler. Resûl-i Ekrem; "Tekrar size kötülükte bulunursa, ne yaparsınız?" buyurunca Eshâb-ı kirâm başlarını aşağı indirdiler, bir cevâb veremediler... Hazreti Ali geldi. Resûl-i Ekrem, "Yâ Ali! Sen birisine iyilik etsen, o sana kötülük yapsa, sen ne yaparsın?" buyurdular. Hazreti Ali, "İyilik yaparım" dedi. Resûl-i Ekrem aynı soruyu yedi kere tekrarladı. O, hepsinde de; "Yine iyilik ederim" diye cevap verdi. Sonra ilâve ederek "Yâ Resûlallah, yorulmayınız! O kimseye ben iyilik yaptıkça, o bana hep kötülükte bulunsa yine ben ona iyilik ederim" dedi. Bunun üzerine Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah! Hazreti Ali'yi çok sevmenizin sebebini şimdi anladık ve bu sevgiye lâyık olduğunu gördük" dediler...