'Bekçi Babam' hikâyesi vardır. Bir zamanlar, öğretmen adaylarına, pedagoji derslerinde çocukların dünyasını anlamak için örnek hikâye olarak okutulurdu.
Gecekondu mahallesinde oturan ve semt sakinleri arasında itibarlı bir yeri olan bekçinin hikâyesi.
.....
Oğlunun küçük dünyasında bekçi babasının yeri o kadar büyük ki, babasını mahallenin en önemli şahsiyeti zannediyor.
Böyle bir babanın çocuğu olduğu için hem kendine güveni artıyor hem de arkadaşları arasında ayrıcalıklı bir yeri olduğuna inanıyor.
940'lı yıllar.
Devir tek parti devri.
Bir pazar günü bekçi, çocuğunun elinden tutup, "hadi seninle biraz dolaşalım" diyor.
Devrin en şatafatlı semti sayılan Ulus'a gidiyorlar.
O günün şartlarında işlek bir caddeyi karşıdan karşıya geçerken bir otomobilin fren yapmasına sebep oldukları için sürücü koltuğundaki adam hışımla aşağı inip, "Dikkat etsene şapşal adam!" diyerek bekçinin suratına tokadı yapıştırıyor.
Bekçi babasına değil tokat atılması, saygıda kusur gösterilmesini dahi tasavvur edemeyen çocuğun dünyası altüst oluyor.
.....
YARIM DELİ
Hepimiz biraz rahatsızız, ama rahatsızlığımızı kendimize bile itiraf edemiyoruz.
İtiraf edebilsek çözüm yolu aramamız bile başlı başına ilaç olacak.
Yeterince yaşanılmamış bir çocukluk.. Sıkıntı ve yokluk içinde geçen gençlik yılları.. Biraz haset, biraz hasret.. Sonra, sonradan görmeyle birebir örtüşen orta yaş dönemi.. Hasreti çekilen ne varsa, çocuklarda telafisine gitme yolu..
....
Türk insanının hükmetme, emretme, imtiyaz arama, gücünün yettiğine "höt!" deme arzusu nereden geliyor?
Sonradan görmeden, orta hallisine, fakirine kadar hemen her ailede adam yerine konulmadan büyütülen çocuklar..
Adam yerine koymayı her türlü ihtiyacın karşılanması, canımla, cicimle büyütmek, şımartmak yahut disiplin altına alıp bir kalıba oturtmak mı zannediyoruz?
Sıkıntı içinde büyüyenlerde de başka dertler çıkıyor ortaya.. Şuuraltı emretme, hükmetme, intikam alma duygusuyla kirleniyor. Kamu görevlisi veya önemli bir yönetici olduğu zaman farkında olmasa da, kabul etmese de geride kalan 30 yılın intikamını alacak tavırlar sergiliyorlar. Kendi başına iş yapıyorsa, herkesi sıraya dizecek bir konuma gelememişse kazanmayı ve göstermeyi tek çıkış yolu zannediyor vs.
Okullar da aynı.. Ailelerden beter.. Basmakalıp tekerlemelerle yıllar heba ediliyor. Çocuklar, Ahmet olmanın, Ali olmanın, Ömer olmanın, Ayşe olmanın mutluluğunu yaşayamıyor. Öğretmenleri de yaşayamamış. Çoğu, "keşke başka bir şey olsaydım" diyerek oraya gelmiş..
Bu işler belki iki nesil sonra nispeten oturur. Bugünden yapılabilecek iş bu rahatsızlığın tahribatını asgariye indirmek ama kafa yoracak mecalimiz yok.