Arıza şeridi arızası

A -
A +

İstanbul trafiğinde arıza şeridini kimler kullanır? Görevli ve ihtiyaç sahiplerinin dışındakileri öğrenmek istiyoruz. Geçen cuma her zaman olduğu gibi Kadıköy yakasından karşıya geçiyorum. TEM Otoyolu'nda binlerce araç ağır ağır ilerliyor. Dayanılmaz bir trafik. Görevlilerin dışında arıza şeridi kullanan arızalılar var. Bunlar bir de arabalarının tepesine uydurmadan mavi uyarı ışığı koyup milletle alay ederek yolu kullanırlar. Birden sağ dikiz aynamdan baktım, böyle bir araç gerilerden geliyor. Önünde de başka bir araç. Tamam dedim, arızalılar yine geliyor. Gazeteciyiz ya, şeytan beni dürttü. Arıza şeridine geçtim. Hızımı da düşürdüm. Teypte çalan San Remo klasiklerini dinliyorum. Arkamdan kıyamet kopuyor "Yoldan çekil." Umurumda bile değil. Yola devam. Nihayet sinyalli arızalının önündeki zar zor beni geçti. Sinyalli araba bağırıyor; "Yoldan çık", çıkmıyorum. Niyetim ilerideki polis arabalarına ulaşıp arkamdakini yakalatmak. "Bir de ses cihazı taktırmış" diye kendi kendime söylenip durduğum sinyalli araba da normal şeritteki araçları durdurup önüme geçti ve durdu. "Tamam" dedim "Hır gür çıkacak". Ben de durunca, öndeki araçtan normal giyimli birisi indi, cama geldi. "Evraklarınızı verirmisiniz?" dedi. "Akın" dedim kendi kendime "Arızalı gördüm ama böylesine de hiç rastlamadım." Sert bir şekilde dedim ki; "Sen kimsin?" Cevap beni şaşırttı. "Polis!" Ben inanmayıp kimliğini göstermesini istedim. Gösterdi, gerçekten polis. Arabaları renkli, devlet arabasına hiç benzemeyen bir araç. Verdik tabii evrakları. Niyetimiz arızalı arsızları yakalatmakken kendimizi birden suçlu durumda bulduk. Genç polis gitti, daha tecrübelisi geldi ve düşüncemizi anlatmaya koyulduk. Trafik Müdürlüğü'nün böyle sivil araçlarla arıza şeridi kontrolü yapması inanılmaz hoş bir şey. Milletle dalga geçen, onları adam yerine koymayıp kendilerine paye biçenlerle demek ki polisimiz canla başla uğraşıyor. En önemlisi de, polisten ayrılırken tecrübeli görevlinin son cümlesi: "Akın bey bu iş cezayla falan önlenmez, BU BİR KÜLTÜR MESELESİ!" Arızalı arsızlara duyurulur. Ali Sami Yen Ne yapsak boş. Çok eskilerde "papazın çayırı" denilen yere F.Bahçe Stadı yapıldı. Bu stadı Aziz Yıldırım bir kere daha yaptı. Anlatıla anlatıla bitirilemiyor güzelliği ve özelliği. Herkes F.Bahçe'nin stadı diye cephe almamak için sesini çıkartmadan sadece stadı övmekle yetiniyor. Açıkça olmamak kaydıyla da "Şehrin ortasında stad mı olur?" diye eleştiriliyor yapılıyor. F.Bahçe stad yapar da G.Saray, Beşiktaş yapmaz mı? Hemen G.Saray'da da planlar projeler yapıldı, Ali Sami Yen Stadı'nın yeni durumu taraftara şatafatla sunuldu. Kimse çıkıp da demiyor ki, "Kardeşim burası bir şehir, burada milyonlarca insan yaşıyor, bunun trafıği var, imarı var. Ayrıca bu nasıl yapılacak, hangi parayla?" Taraftarı memnun etmek için yapılan tatlı vaatler öyle kolay kolay elde edilmez. İstanbul'un beğensek de beğenmesek de kendine göre bir imar durumu var. Ali Sami Yen Stadı'nın sahibinin kim olduğu belli belirsiz. İşin içinde Hazine, Gençlik ve Spor, Belediyeler, Yüksek Anıtlar Kurulu gibi sayısız kuruluşlar giriyor. Bunları hem yasalarla aşacaksınız hem ekonomik olarak aşacaksınız. Bunlar nasıl kolayca göz ardı ediliyor, ben anlamıyorum. Ali Sami Yen projesiyle Fatih Terim efsaneleriyle başkanlığa talip olmak tabii ki bir politika. Şimdi bakıyoruz G.Saray'da adaylar bu defa "Ali Sami Yen'e dönüş" sloganını başkanlık yarışı için kullanıyorlar. Ne kadar acı değil mi? Sizden Dursun iş görüşmesine gider. Müracaatı kabul edilir. Adam Dursun'dan 8 adet vesikalık fotoğraf ister. Dursun nedenini anlamadan Temel'e koşar: "Ula Temel, iş görüşmesine gittim, kabul edildi, benden 8 adet vesikalık fotoğraf istediler. Ben anlamadım, sen ne olduğunu bilirsin" - Onu bilmeyecek ne var. Vesikalık belden yukarısıdır. Dursun "Ne yapacağız?" diye sorar. Temel de "Çok kolay. sen şuraya bir kuyu kaz, ben de fotoğraf makinası almaya gidiyorum" der. Temel döner, bir bakar 8 tane kuyu... "Ula ne yaptın?" der, "Ben de 1 tane kuyu kazacaksın diye 8 tane fotoğraf makinası getirdim..." Hakem kararları Samsunspor'un Beşiktaş'la oynadığı maçın hakemi Cem Papila. Elazığspor'un Beşiktaş'la oynadığı maçın hakemi Serdar Tatlı. Değerli hakemlerimiz Süper Lig'de maç yönetirler. Hatırlatıyorum; Cem Papila, Beşiktaş - Samsun maçında 5 kırmızı kartla maçı bitiren hakem. O maçtan sonra yine bu köşede anlatmaya çalıştık, kısaca dedik ki; devre arasında hakemler seminer yapar, yeni motivasyonla ikinci yarıya başlarlar. Cem Papila Türkiye'deki hakemlik standardının üzerine çıkıp, fazla motive olmakla o maçı 5 kırmızı kartla bitirmişti. Tamam, kararları doğruydu, fazla eleştirilmedi. Tabii ki Beşiktaş Teknik Direktörü bu olayı adeta bir dönüm noktası olarak kabul etti sonraları. Beşiktaş - Elazığspor maçındayız, Serdar Tatlı, Elazığspor'un ikinci golünde ofsaydı tespit edemedi. Oysa devre arasında Güvenç Kurtar'la koridorlarda atışırken "Sizin golünüz de ofsayttı" diyebildi. Haydaa!.. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Tekrar Cem Papila'ya dönelim... Samsun maçının motivasyonu yüksek hakemi, F.Bahçe - Konyaspor maçında Konyasporlu futbolcuların F.Bahçeli futbolculara arkadan müdahalelerinde sadece faul kararı vermekle yetindi. Akla tabii "İnce ayarlar mı yapılıyor?" sorusu hemen geliyor. Serdar Tatlı pozisyonda penaltı kararı verip Beşiktaş kalecisini de kırmızı kartla oyun dışı bırakabilirdi. O, "En büyük avantaj goldür" prensibini uygularken meydana gelen ofsaytı neden gözardı etmiş oldu? Gol için oynanan futbolda bazen goller en büyük avantaj olmaktan çıkabilirdi. Bu mümkün değil. Orada Serdar Tatlı'yı aşan olaylar zinciri var. Serdar Tatlı bunu çözümleyebilecek bir yetenek gösteremezken karşılaşmaya gölge düşürdü. Birileri Beşiktaş'ın kötüye giden görüntüsünü düzeltmek mi istiyor? Serdar Tatlı diyebiliyor ki; "Sizin golünüz de ofsayttı!" Şuna inanıyorum, Süper Lig'de hiçbir takımın hakem kararlarına ihtiyacı yok. Bu tür olaylarda medya veya hakem camiasının kendi kendine böyle bir misyon edinmiş olmaları var. Daha önceleri, özellikle büyük kulüp başkanlarının bu konuda yaptığı açıklamalar daima hakemlerin tarafsız kalmaları yönünde oldu. Bu açıklamalar samimi açıklamalardı. Sadece kulüpler haksız duruma düştüklerinde kıyamet koparıyorlar. Yoksa kimseden "Bizim için bir şeyler yap" isteği gelmez. Cem Papila ve Serdar Tatlı'nın Beşiktaş maçlarına rastlayan uygulamaları gerçekleri ortaya koyarken meselenin çözümünde yardımcı oldular. Eğer bu işten anlayanlar varsa. Sergen Yalçın Elazığ maçının 60'lı dakikalarında Lucescu tarafından oyundan alındı. Tepki göstermedi ama karar hiç hoşuna gitmemişti. Besbelliydi. Sergen ligin ikinci yarısında en iyi futbolunu ortaya koymuştu Elazığ maçında. Sonradan öğreniyoruz; Sergen Yalçın, Lucescu'ya "Neden beni oyundan aldın?" diye sitem etmiş. Beşiktaş'ı şampiyonluğa götürecek tek isimdir Sergen Yalçın. Onun futbol gösterisi Beşiktaş'ın ne boyutta futbol oynadığını belirler. İki kere iki dört gibidir bu Beşiktaş'ta. Lucescu yanılıyor, Sergen'e diyor ki, "Bana gelecek hafta lâzımsın." Türkiye Kupası bitmiş Avrupa kupalarına veda edilmiş, sadece Süper Lig var Beşiktaş'ta. Lucescu hâlâ "Bana lâzımsın" düşünceleriyle ligde şampiyonluk peşinde. Sergen oynuyorsa Beşiktaş var. Acı ama bir gerçek bu. Sergen yoksa Beşiktaş yok. Ne büyük kısır döngü öyle değil mi?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.