Teknik direktör Samet Aybaba, Mersin Amatör Kulüpler Antrenörleri Semineri'nde yaptığı konuşmada, "İçişleri Bakanı olsam taraftar derneklerini kapatırım" diyor. Aybaba, kulüp yöneticilerinin amigoları para karşılığı, çıkarları doğrultusunda kullandıklarını da belirtiyor. Bunları dünya alem artık herkes biliyor. Aynı günlerde Maltepe Üniversitesi'nde periyotlarla düzenlenen Maltepe Üniversitesi Günleri isimli toplantıda, Prof.Dr.Betül Çotuksöken, derneklerle ilgili mükemmel bir konuşma yaptı. Çotuksöken, derneklerin oluşmasında gerekli olan unsurları anlatırken, yatay ilişkilerin önemini vurgulayıp, emir komuta zincirinde dikey ilişkilerle çağdaş derneklerin oluşamayacağını anlatmak istiyordu. Aybaba'nın dernekleriyle, olması gereken dernekler şüphesiz aynı değil. Bu dernekler para ve talimat alan kirli odaklar. Bunlara dernek demek için bin şâhit lâzım. İlk bakışta taraftar derneklerinin kuruluşu, sivil toplum kuruluşu ve kulüpler açısından çok sevimli geldi hepimize. Ne var ki, insan yapısının beklemeye tahammül edemeden tanınma arzusu, öne çıkma anlayışı, gelecekteki gerçek beklentileri yok ediveriyor. Kulüpleri desteklemek amacı doğrultusunda kurulan bizim taraftar dernekleri de bu acelecilik ve öne çıkma içgüdüleri ile yönetim kucaklarına düşerek yok olup gidiveriyorlar. Sadece yok olsalar gene iyi. Kulüp yönetimlerinin oyuncağı oluyorlar. Oysa 80'li yıllardan önce, büyük önemde kamusal özellik taşıyan spor kulüplerinin ve sporun taraftar profili çok farklı idi. O dönemlerde taraftar sadece takım tutma ihtiyacını spor anlayışının gereği olarak ortaya koymakta idi. Şimdilerde ise ticari amaçla ele alınan ve yönetilen kulüplerimizin taraftarları da farklı profil oluşturdu. Anlayış spor amacından çıkıp da ticari faaliyet alanına geçince, taraftarın farklı yapısı, taraftar derneklerini de gerçek dernek anlayışından çıkarıp yozlaşmış kimliklere büründürüyor. Aybaba'nın "Kapansın" dediği dernekler bunlar. Şüphesiz prosedür olarak bunları kapatmak belki mümkün değil. Ancak yatay ilişkilerle, yani diyaloglara dayalı kurulacak dernekler bu sorunları aşabilir. Şu veya bu sebeplerle emir - komuta zinciriyle kurulmuş dernekler önünde kulüplerle organik bağları olmayan, bilet bulup maça gitmek gibi küçük hesapları bulunmayan insanların yapabileceği çalışmalardır bunlar. Spor kamuoyu içinde herhalde böyleleri de vardır. Olmalıdır da... Çünkü spor kamuoyunun buna çok ihtiyacı var. Beşiktaş - Malmö maçını izlerken Maç Antalya'da oynanıyor. Turnuva uluslararası nitelik kazanmış. İleride daha büyük bir isim olacağı anlaşılıyor. Bize de TV'de seyretmek düştü maçı. Karşılaşmayı takip ederken küçük oğlum Tansu, "Eurosport'tan bakalım" dedi. Turnuva uluslararası ve maçı dev spor kanalı Eurosport canlı veriyor. Döndük oraya. Maçı görüyoruz, sadece spiker farklı. Bizimkinde spiker arkadaşın anlatımı, ötekinde elin İngiliz'i. Tansu'nun isteğini kırmadık. Nasıl olsa maçı görüyoruz dedik ve koyulduk maça bakmaya... Süreç içinde maç gözlerimden gitti, onun yerine anlamadığım bir dilde maçı anlatan spikerin sesi kulaklarımda dans etmeye başladı. Kadife gibi bir ses, maçın temposuna ayak uyduran bir anlatım melodisi. Asla karşılaşmanın önüne çıkmayan vurgulamalar ve tonlamalar... Gıpta ettim. Aklıma yıllar öncesi geldi... Spor spikeri olmak için girdiğim sınavlar ve bize öğretilmeye çalışılanlar... "İşte bunlardı" dedim kendi kendime. Ne kadar yaptık bilemiyorum ama hep doğru olanı yapmaya çalıştık. Sevgili okurlar, bu meslekte her şeyden önce ses, iyi bir ses gerekir. Sonrasını anlatmanın gereği yok. Zira bilmeniz de gerekmez. Sadece bu işe soyunan ve soyunmak isteyen gençler bilsin yeter. Hatta "Böyle bir unsur var mıymış" diye akıllarına getirsinler, o bile yeter...