Augustine'in 30 metreden attığı şut ve Myhre'nin yediği gol uzun süre unutulmayacak türden bir gol. Arkadaş 30 metreden vuruyor, sen topu takip edemiyorsun, bu bir. İkincisi, maçın bitimine 7 dakika kalmış, bütün hatlarınla yükleniyorsun, bir kontratak kalende, bir gol daha... 90 dakika futbol bakımından İnönü Stadı'nın zemini böyle bir eziyet görmemiştir. İki pasın üst üste oluşmadığı bir maç. Futbol adına gördüğümüz, bir tek İlhan Mansız var. Bu delikanlının ayağına top yakışıyor, ayrıca topu ne zaman, nereye atacağını da çok iyi biliyor. İkinci yarıda sağ kanatta hareketlenen Tümer'e gönderdiği iki pas, bunun yanı sıra Ahmet Dursun'un önüne indirdiği top... Eğer futbol adına bir şey söylenecekse; işte bu hareketlerden başka bahsedecek hiç birşey yok. Tabii, İlhan'ın da tuhaflığı var. Faul yapmış, yerde otururken, hakem uzaklaşmış, arkasından bir takım işaretler, ardından sarı kart... Dedik ya, futbolu sadece İlhan'la seyrettik diye... Ne var ki; o da yapacak bir şey bulacak. Beşiktaşlı futbolcuların azmine, çabalarına diyecek bir şey yok. Ne yazık ki; futbol sadece çabayla, azimle oynanmıyor. İnönü Stadı'nda Beşiktaş'ın oynadığı maçlarda hep aynı görüntüler var. Rakibin kalabalık savunması, onu aşmaya uğraşan Beşiktaşlı futbolcular. Daum diyor ki; kanatlardan iyi orta gelmezse, işimiz zor. Daum doğruyu söylüyor söylemesine de kanatlardan kim orta yapacak? Onu bulmak ve anlamak zor. Beşiktaş bu maçı kazansaydı; lider olacaktı. Kazanbilirdi de... Futbolun ayarı yok bazen, biliyorsunuz... Ama oynadığı futbolla gönüllerdeki maçı asla kazanamazdı. Lig maratanu bir hayli uzun. Kritik haftayı geride bıraktık. Umarız, gelecek maçlarda düşüncelerimizin üstünde birşeyler olur da, Beşiktaşlılar'ın yüzü güler.