Özhan Canaydın, G.Saray yönetimlerinde boy göstermeye başladığında, "İşte" dedim "Tam bir beyefendi. Yöneticiliğe yakışan bir kişilik." Canaydın'ı 10 yıl sonra kabından taşmış, isyan eden kişilik olarak görünce gözlerime inanamıyorum. Zaten bu davranışlar da ona yakışmıyor. Canaydın yakıştırmaya uğraşsa da bu mümkün değil. Ona kabadayılığı, argo konuşmayı, çıkış yapmayı urganla bağlasanız kendi benliği hepsini fırlatır bir kenara atar. Hesap soruluyor şimdi Canaydın'a, "Baliç'i, Petre'yi, Lukunku'yu, Prates'i aldın da ne oldu? Kulübü 170 trilyon lira borca soktun. Ne olacak G.Saray'ın hali, bunların hepsi senin yüzünden...." Bakın şimdi, "Avrupa fatihi Fatih Terim'i alın gelin" diyen sizler değil misiniz? Ve o da Fatih Terim'i aldı geldi. Kulübü, özellikle futbol şubesini imparatora bırakın diyen sizler değil misiniz? Canaydın ve yönetimi de dediğiniz gibi yapmadı mı? Bu yapılan transferlerin borçlanmaya neden olduğunu kimse bilmiyor mu? Kullanılan transfer paralarının faizlerinin bugünkü G.Saray'ı borç yumağına soktuğunu hiç kimse hatılamıyor mu? Bir yandan Canaydın'a "Gel aslanım, koçum, işte kurtuluş burada" deyip ona yol gösterilecek, uçurumun kenarına kadar getirilecek... Sonunda arkasına bir tekme, hadi uçuruma. Canaydın'ın kabahati var. Herkese inanmak. Gerçekleri zamanında görememek. Bunun da bir nedeni var. Onun kültür birikimi, onun iş terbiyesi kendisine yol gösterenlerinkine benzemiyor. Başkan kendi sorumluluğundaki uygulamaları sebep olarak asla kendini korumak için ileri süremez. Sonuçta bütün bunları göğüslemek onun görevi. Canaydın şimdi bu ikilem içinde mücadele ediyor. Gemisini kurtaracak. Bunun yolu yok. Canaydın şimdi gerçeklerle karşı karşıya, olayı gördü ve biliyor. G.Saray'ı bu dar geçitten çıkaracak güçte artık. Çünkü oyunu kuralına göre oynamasını öğrendi. Yeter ki kendi benliğine istemese de biraz direnebilsin. Ben konsolosken Münih'te bir sonbahar günü. Bir arkadaşın ofisinden çıktım, ilerideki alışveriş merkezine gidip vakit öldüreceğim. Caddede yavaş yavaş ilerliyorum. Kaldırım kenarında Türkler'in sahip olduğu manav - bakkal gibi iş yerleri... Önlerinde yavaş yavaş geçerken saygıyla karışık beni selamlıyorlar. Kendi kendime dedim ki "TRT INT'ten beni tanıyorlar herhalde. Yabancı ülkelerde yaşayan Türkler ne kadar hassas oluyor. Ülkemde bile bu kadar ilgi görmüyorum." Alışveriş merkezine vardım. Türkiye'den genç bir voleybol takımıyla hoş bir rastlantı sonucu sohbet ediyoruz. O sırada bir vatandaşımız yanıma yaklaştı, "Hoşgeldiniz, bir sorunum var" dedi, anlatmaya başladı. "Evlenmek istiyorum, işlemleri acaba nasıl yapabilirim?" deyince, biz de şöhretliyiz ya, bir bildiğim vardır diye sorduğunu sanarak "Sen" dedim "Konsolosluğa git, burada yaşadığına göre bu tür işlemler konsoloslukta yapılır." "Dün görüştük" dedi. Ben de "Yarın tekrar git, başka yerde olmaz bu işler" dedim. Ve yine aynı yoldan yurttaşlarımızı selamlayarak arkadaşımın ofisine doğru yola koyuldum. Sohbet başladı, "Maç ne olur, falan filan..." O sırada sohbete katılanlardan birisi yüzüme bakıp durakladı. Bana şunları söyledi; "Akın bey, siz bizim Münih Konsolosu'na ne kadar benziyorsunuz!!!." Yıkıldım tabii. Bize saygıyla selam verenler, evlenmek isteyenler, meğerse beni konsolos sanmışlar. "Adamın parası var, zengin, bize başkan olsun." Çocukluğumdan beri nerede başkanlık seçimi yapılacak olsa bu sözleri duyarım. Önceleri herhalde dedim, adamlar paraları bastırıyor, takımı yönetiyorlar. Sonraları bu işin içinde bir kargaşa olduğunu, paranın klüp kasalarına nasıl girip çıktığını gördük. Beşiktaş'ta seçim var. Medyadan takip edin, hep vaat. Ardı arkası kesilmiyor. Şu kadar milyon dolarla geleceğiz, şunları bunları yapacağız... Cek cak... Önce şunu bilelim; başkan adayları diyor ki; şu kadar milyon dolar toplayalım. Hepiniz birer birer şu kadar para vereceksiniz. Sonra bu parayla seçilirlerse önlerindeki 2 yıl boyunca kulübü idare edecekler. Sonraki seçim kaybolur veya devam etmek istenmesse yatırılan paralar kulüpten geri alınacak. Sistem bu olunca Beşiktaş adaylarının biri hariç hepsi cek caktan öte gidemiyorlar. Kongre üyeleri kararsız. Seçim için kriter nedir? Üyeler kime oy vereceklerini bilemiyorlar. Gelelim kriterlere: Birincisi para. İkincisi adayların kişiliği. Ortaya koydukları para asla faiz yoluyla kulübe bir bela açmamalı. Bunu kullanırken gerçekçi olunmalı. Şimdi adaylara bu gözlerle bakalım. Ya Süleymen Seba ekolü seçilecek ya da diğer para - ekoller. Adaylardan Affan Keçeci diyor ki; resmen yönetime seçilmeden Beşiktaş(la ilgili yapıldığı ve yapılacağı söylenen her şey asılsızdır. Yaklaşım güzel. Transfer yaptım, onu aldım, bunu aldım, seçildim ortada bir şey yok. Dikkat etmek lâzım. Bana öyle geliyor ki, gerçekçi sözcükler Affan Keçeci'nin ağzından yansıyor. Bu önemli bir faktör. Zaten kurumsallaşma istenmiyor mu? Süleymen Seba'nın başlattığı ve gerçekleştirdiği kurumsallaşma Affan Keçeci'nin düşünceleriyle gelişecek gibi gözüküyor. Yeni yasa Federasyon yasası görüşülürken CHP'li milletvekili "Arkadaşlar, kanun kişilere göre çıkarılmaz, kanun hepimiz için vardır. Neden Futbol Federasyonu Başkanı'nın yüksekokul kariyeri bulunsun istemiyorsunuz?" Yasa hayırlı olsun, Haluk Ulusoy seçimlere katılabilecek. Yani 2004 yılında çağdaşlaşma ve Avrupa Birliği yolunda muazzam adımlar atılan günlerde Millet Meclisi'nde kişilere uygun bir yasa çıktı. Bunun arkasından bir sürü dedikodu yazılmaz mı? Çok sayıda senaryo üretilmez mi? Çünkü çanağı tutuyorsunuz, çünkü akıllarda kargaşa meydana getirecek durumları suyun başında oluşturuveriyorsunuz. Bakın bundan sonra ne olur biliyor musunuz? Geçmişte ne yaşanmışsa onların hepsi... Yeni yasa hayırlı olsun.