Ali Tandoğan ve Yattara'nın gördüğü kırmızı kartlardan sonra insanın futbol seyretme arzusu örseleniveriyor. Asgari ücretle çalışan milyonlarca insanımızın işyerlerinde en küçük bir hatası sonucu enselerinde nasıl boza pişirilirse, ayda ortalama 10-15 bin dolar kazanan futbolcuların bu hataları nasıl geçiştirilir anlamak mümkün değil. Bu bizim kültürümüzün en karmaşık yönü. Trabzonspor'un Rum takımı karşısında turu kaybetmesinde Yattara'nın rolü yok mu? Var elbette... Şimdi bakıyorum Kayserispor maçında döktüren Yattara taraftarın göz bebeği... Bu kadar günlük yaşama olur. Oysa Yattara, Anorthosis maçında takımını 10 kişi bırakırken ve ikinci maçta oynayamazken, milyonlarca dolarlık bir Trabzonspor'u yakmadı mı? Bunun geri dönüşü var mı? Yok tabii. Olsun... Dün dündür, bugün bugün... Hem Yattara, Kayserispor maçındaki performansını kaç kere yakalayacak? Yattara bilmediğimiz bir futbolcu değil ki. İşte içinden çıkılmaz durum bu. Trabzon taraftarı Kayserispor maçı yüzü suyu hürmetine takımını birkaç milyon YTL'lik zarara uğratan, Avrupa'dan uzaklaştıran bu futbolcunun peşinde... Ali Tandoğan da öyle... Ortada hiç bir şey yokken takımı 10 kişi bırakıyorsun, ardından özürler falan. Yok öyle bir şey. Bu hataların mutlaka bir bedeli olmalı. Nasıl asgari ücretle çalışan hatasının bedelini ödüyorsa... Dün dündür, bugün bugündür popülizminin içinde daha çok kırmızı kartları yalar yutarız. Hem insanın canı bedavadan gerçekleşen kırmızı kartla daha da yanıyor. Ben bunun futbolculardaki mentalitesini asla anlayabilmiş değilim. Nasıl yetiştirilmiştir bu futbolcu? Hangi koşullarda böyle biçimlendirilmiştir? Konuyu araştırınca Yattara örneği önümüze düşüveriyor. Çünkü taraftar bir hafta önce yerin dibine soktuğu futbolcuyu, bir hafta sonra kolaylıkla alkışlayabiliyor. Ardından yöneticilerin çaresizlikleri... Yaptırım uygulansın mı, yoksa taraftarın sesine mi kulak verilsin? İnanılmaz bir kısır döngü. Hem de öylesine ki, futbolu yıkan, çirkinleştiren, ödün veren, tamiri mümkün olmayan yıkıntılarla... Sonra da "Anorthosis, bu milyonlarca YTL'lik takımı nasıl eler?" diye düşünüp durmalar ve yakınmalar... Hepimizden önce takımını yok eden kırmızı kart mahkumlarına gereken dersi önce taraftarlar ve futbolseverler vermeli... Belki o zaman bu hasta beyinlerden kurtuluruz ve futbolcular da akıllarına pek getirmedikleri, yok ettikleri milyon YTL'leri ve olması gerekeni düşünebilir. Casagrande'den Kleberson'a 1986 Dünya Kupası finallerine yakın zamanda bizim medya bir Casagrande tutturdu gidiyor. Casagrande şöyle, Casagrande böyle... Biz de gittik Meksika'ya Casagrande'yi arıyoruz. "Evet" dedi Brezilyalılar; "24 kişilik kadroda var ama takımda oynayamaz." Allah Allah... Nasıl olur? Bizde her Allah'ın günü bu futbolcudan bahsediliyor. Sonra düşündüm, bu futbolcuyu kimse takip etmemiş. Nereden biliyorlar? Fark ettim ki, adamın adı güzel, kulağa hoş geliyor: Casagrande... Ondan aklıma geldi. Kleberson'un da adı güzel, kulağa hoş geliyor... Neyse ki, bu futbolcuyu 2002'den hatırlıyoruz. Ancak son iki yılda takımında pek yer almamış da... Bir tek Rıza hoca Şu anda benim bildiğim Beşiktaş'ta sadece Rıza hoca var. Gerisini anlamam. Takıma yeni katılacak iki Brezilyalı'yı da ileride göreceğiz. Siyah-beyazlı takımı Avrupa'da ve ligde başarıya sürükleyecek önemli transferler yok. İş yine Çalımbay'a düşüyor. Erciyes maçında gördüğüm kadar, hoca takımı özellikle fizik güç açısından tepeye çekmiş. Ayrıca motivasyon da mükemmel. Şimdiki kadrosu ile yapabileceği bu. Bunların yanı sıra Rıza Çalımbay, Sergen konusunda da haklı. Olması gerektiği gibi yaptı. Sergen de hocayı mahcup etmedi... İnsan yine de üzülüyor tabii. Koca takım maç boyunca pozisyon fukarası. Sergen'in tek vuruş klasiğine güvenmiş. Ne kadar acı değil mi? Şu Brezilyalılar huylu ve iyi çıkar da, biraz Beşiktaş seyrederiz...