Özhan Canaydın'la Fatih Terim arasındaki politik cambazlığın G.Saray'a ne ölçüde yarar getireceğini göreceğiz. Ben yarar dedim ama sanki zarar getirecek gibi görünüyor. G.Saray Kulübü'nün başkanı seçimlerden önce başkanlığı tekrar kazanmanın yolunu bir kez daha Fatih Terim üzerinden mi geçirmeye çalışıyor? Yoksa Fatih Terim karizmasını gelecekte bizim bilemediğimiz beklentileri doğrultusunda geliştirmek için politikalar mı yapıyor? Sevgili okurlar dikkat ederseniz görünen mücadele G.Saray Kulübü'nün üzerinden değil, kişiler tarafından sürdürülüyor. İlgimi çeken de olayın bu yanı. G.Saray Kulübü mü, Özhan Canaydın mı, yoksa Fatih Terim mi önemli? Tabii ki önemli olan G.Saray Kulübü. Siz hatırlıyor musunuz bir antrenörün camia içinde bu kadar etkili olabildiğini? Mesele burada! Fatih Terim'in Türk futboluna kazandırdıklarını uzun uzun anlatmayacağım. Hepiniz biliyorsunuz. Onun başarılarını topluma yansıtma biçimi ve medyanın Terim'e destek şekli çok farklı. Terim bu farklılıklardan yararlanmasını çok iyi bilen bir insan. Az önce dedim ki, geleceğe yönelik düşüncelerini bilmiyoruz. Gerçekten Fatih Terim biraz daha açık olmalı ve G.Saray Kulübü'nde ne yönde görev yapmak istediğini belirten davranışları bu günlerde açıklamalı. Neden bunları yazdım. Yine hepinizin bildiği gibi Terim görevinden ayrılırken başkana 4 maddelik plân sunduğu için. Terim'in yaptığı işlem şimdiye kadar kulüp antrenörüyle yönetim arasında görülmemiş bir olay. İnsan istifasını daha net bir şekilde yönetime bildirebilir. Tüm kulüplerde bugüne kadar böyle olmuştur. Şimdi diyeceksiniz ki Terim her antrenörle aynı mı? Ben de hemen cevap vereyim: G.Saray Kulübü mü, bireyler mi? TABİİ Kİ GALATASARAY. Bu ince ayrıntıyı herkes gözden kaçırıyor. Kişileri kurumların önüne çıkardığınız zaman yarınların neler getireceğini veya götüreceğini kestiremeyiz. Şampiyonluklara alışmış, Türk futboluna dinamo olmuş G.Saray Kulübü'nün bugünkü durumu geçmişiyle hiç paralellik göstermiyor. Bu eşitsizlik ortaya çıktı mı bunun bir numaralı sorumlusu daima teknik adamlar olur. Ardından yönetim bu sorumlulukları taşır. Bugün G.Saray'ın durumu, teknik adamın ve yönetimin sorumluluk taşıdığı görevlerini yerine getirme günü. Onlar da öyle yaptılar. Ancak dönemeçli, sonu görünmeyen yollarda bu oyun oynanıyor. Sayın Canaydın çok kibar kişiliğe sahip bir insan. Başkanlığa gelirken, "Başarılara imza atmış Terim'le gelirim" dedi. "Sonuna kadar onun ardındayım" açıklamaları yaptı. Bunlar son derece doğal ve tabii ki biraz da politika. Yönetim kurulu başarıya götürecek insanları takım için daima arayacak. Olmadığı zaman yenisine bakacak. Sayın Canaydın seçimler öncesinde aynı Terim gibi net davranmadı. Bir kere daha vurgulamak istiyorum ki G.Saray Kulübü bugüne kadar kişilerin başarılarıyla değil bir kurum olmakla Türk futbol tarihinin önünde yer almıştır ve bu nedenle her zaman büyük bir kulüp olmuştur. G.Saray'ın büyüklüğünü kimse zedelemesin. Lastik patladı Meşhur söz "Üç puanlı sistemde ne olur belli olmaz." Yani Beşiktaş 11 puan öndeydi, şimdi 3 puan geride. F.Bahçe'de işler yolunda. Gerçekten bu sistemde yarın ne olur belli olmaz. Ancak belli olan olgular çarpıtılırsa asıl o zaman yarın ne olacağı belli olmaz. Şimdi F.Bahçe'de Van Hooijdonk isimli bir futbolcu var. Size soruyorum, bu adam nasıl bir futbolcu? Düşüncelerinizi e-mail adresime de bekliyorum. Futbolcu kaliteli ise sonuç hemen belli olur. Oyun akışı değişir. Futbolun seyir zevki anlam kazanır. Sergen oynadığı zaman Beşiktaş nasıl renkleniyor. Öyle değil mi? Oynayamadığı zamansa Beşiktaş'ta sorunlar boy boy ortalıkta yer alır. Lâfı fazla dolaştırmayalım, asıl demek istediğimize geçelim. Deniliyor ki, Beşiktaş Avrupa'nın en güçlü takımlarından birisi. Yine deniliyor ki, Beşiktaş kadrosunun her bir ismi Avrupa'da bir futbol yıldızıyla eşdeğer. Şimdi neden Van Hooijdonk nasıl bir futbolcu diye sorduk, anlaşılıyor mu? Beşiktaş'ı sürekli olarak Avrupa'nın en iyi takımı yerine koymak doğru şeyler olarak yer almaz futbol günlüğünde. Siyah - beyazlı takımın futbolcularını hem kendi medyası hem de diğer yazarlar göklere çıkardıkça Beşiktaş'ın bu seneki şampiyonluk hedefi hiç durmadan saptırılır, hatta yok edilir. Bilerek ya da bilmeyerek bu oyunlara gelmemelidir Beşiktaşlılar. Ben Beşiktaş futbolcuları ne ölçüde iyidir kötüdür diye tartışma açmak istemem. Görünen köy kılavuz istemez diye bir deyim var. Görünen köye kılavuza bakarak gidersek onların düşünceleri bizim irademizi bozar. Dikkatli olunmalı. Lucescu ilk yarıdaki performansını Beşiktaş'a tekrar kazandırmak zorunda. En azından Beşiktaşlı futbolcular bunu yapabilirler. İnsan insanın kurdudur da derler. Futbol da futbolun kurdudur. Hiç durmadan şişirilirseniz, hak etmediğiniz unvanlar üzerinize yağdırılırsa peşinden rehavet örtüsünü üzerinizde görünce şaşırıp kalırsınız. Beşiktaş'taki hastalık bu. Takım medya tarafından rehavete yönlendiriliyor. Ardından F.Bahçe'nin yükselişi ve Beşiktaş'ın paniği. Bir kere daha söyleyelim, Lucescu bunları futbolcularıyla aşacak güçte bir teknik adam. Belki şaşaalarla değil ama Beşiktaş elindeki sınırlı yeterli kadrosu ile bunu başarır. Sporun işçileri Pek çoğunuz duymamıştır bile adını. Yazalım ve duyuralım "Üniversite Sporları Federasyonu." Bu federasyon geçen yıl 28 spor dalında 14 bin sporcunun katıldığı bir spor faaliyetini organize etmiştir. Ayrıca senelerdir bu federasyon bu hizmeti tekrarlar durur. Üniversite Sporları Federasyonu, 2005 yılında yapılacak olan "UNIVERSIADE 2005 İZMİR" oyunlarını, bir başka deyişle 23. Dünya Üniversiteler Yaz Spor Oyunları'nı organize edecek kurumlardan da birisi. Bu oyunlar olimpiyatlardan sonra dünyadaki en büyük spor organizasyonu. Bu nedenle haziran ayında İzmir'de yapılacak oyunlar öncesinde 14 farklı spor dalında üniversiteli sporcularımız bu yıl İzmir'de kendi aralarında hazırlık amacıyla yarışacak. Benim de içinde yer aldığım ortak üniversite sporlarında şu sıralarda bu federasyonun düzenlediği çeşitli karşılaşmalar da yapılıyor. Maltepe Üniversitesi'nde Basketbol 1. Lig karşılaşmaları devam ediyor. Geçen yılki binlerce gencin katıldığı organizasyonu her yıl gerçekleştiren Üniversite Sporları Federasyonu'na İzmir'deki yaz oyunlarında üstün başarılar dileriz. 8 Mart 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde, "Takvim günlerinden birisini, kadınlar yine kendi ceplerine mi koydular?" sorusu oluştu. O kadar çok gün, bir şekilde hanımefendilere yönlendirildi ki, kadın ve gün sözcüklerini duyunca artık yukarıdaki soru zihinlerde ışıldıyor. Kutlamaların ve şenliklerin genelde magazin boyutuna ulaşması da böyle bir günde düşündürücü bir ortam oluşturdu. Oysa bu gün 1957 yılında Birleşmiş Milletler tarafında kabul edilen özel bir gün. Amaç da özellikle çalışan kadınların sosyal güvence altına alınmaları. Magazinleşe magazinleşe olayların ciddi taraflarını da unutur olduk. Eğer örnek isterseniz sayısız olayı etrafınızda hemen görüverirseniz. Sizden Bir okurumuzun geçen hafta gönderdiği fıkra beğeni topladı. Bazı okurlarım da e-mail yoluyla bana çok güzel çeşitli fıkra ve öyküler göndermişler. Ben de bu haftadan itibaren bu mailleri elimden geldiğince köşemde yayınlama çalışacağım. Çomak At Baba çocuklarını parkta gezdiriyordu. Eve dönme vakti geldiğinde hepsi çok yorulmuşlardı. Çocuklardan biri artık yürümeyeceğini söyleyerek babasından onu sırtına almasını istedi. Fakat baba da onu taşıyamayacak kadar çok yorulmuştu. Düşündü ve yolun kenarında bulduğu bir ağaç dalını biraz yontarak çocuğuna verdi. "Al" dedi "Sana çomaktan bir at yaptım." Çocuk çomak atının üzerine bindi ve eve kadar oynayarak sevinçle gitti. Yorgunluğunu unutmuştu. Zuhal Zerin göndermiş, teşekkür ederim. Galiba hepimize hayatta oyalanacak bir şeyler lâzım...