Mevsim yaz.. Spor olayları olanca hızıyla sürüyor. Ancak etki alanı ve heyecan grafiği düşük. Dolayısıyla her zaman bu sütunlarda spor yazmıyoruz. Onu-bunu eleştiriyoruz ya bazen, bugün de kendimizi eleştirelim bir hatıramızla... Yıl 1986.. Yer Meksiko City.. TRT'de Arjantin - Almanya finalini değerli arkadaşım Murat Ünlü'yle anlatıyoruz. Azteca Stadı tıklım tıklım dolu.. Türkiye'yle Meksika arasında 15 bin kilometre var. Maradona'nın yıldızının en parlak olduğu günler.. Murat'la beraber yayına başladık.. İlk yarı herşey mükemmel. Hem anlatım, hem teknik açıdan hiçbir sorun yok. İkinci yarı başlıyor, biz de yayına hazırlanıyoruz. Başlama vuruşu Almanya'dan, ben mikrofondayım. Ankara'da teknik arkadaş bağırıyor, "Akın, Akın ses az geliyor." Allah, Allah ilk yarıda herşey normal, ikinci yarıda ses Ankara'ya az gidiyor. Meksika'nın teknisyenini işaretle çağırdık. Yanımda Murat ve ben adama işaretle anlatmaya çalışıyoruz derdimizi. Teknisyen hatlara bakıyor, bağlantılara bakıyor, herşey normal. Bir sorun yok. Ankara'dan arkadaş yırtınıyor, "Ses az geliyor" diye. Sonunda razı olduk bu duruma ve yayını sürdürmeye devam ettik. Aradan 5 dakika geçti, Meksikalı teknisyen geldi. Benim başımdan kulaklıklı mikrofonu aldı, Murat'ın başına taktı. Murat'ın başındaki kulaklıklı mikrofonu da benim başıma.. Ankara'daki arkadaşta sevinç içinde bir ses, "Tamam düzeldi, sakın pozisyonunuzu bozmayın..." Bizde pozisyonu bozacak hâl yok tabii. Ankara'daki teknisyen arkadaş, kim konuşursa ses kanalında onun sesini yükseltiyor. Biz ne yaptık; ikinci yarı başlarken Murat'ın kulaklıklı mikrofonu benim başıma, Murat da benim mikrofonu kendi başına takıvermiş. Böyle olunca ses de Ankara'ya gitmez olmuş tabii. Dedik ya, onu-bunu eleştiriyoruz diye. Bazen kendi yaptıklarımızı da hatırlamalıyız. Sarıgül, yolun açık olsun Mustafa Sarıgül'ü G.Saray Kulübü Yöneticisi ve Başkan Yardımcısı olarak tanıdım. İlk gördüğümde sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi bir izlenim bıraktı bende. Sarıgül'ün yapısında var, insanlara sıcak bir şekilde yaklaşmak ve onlarla dost olabilmek. Güleryüzlü, sevecen ve güven veren bir kişilik. Bugüne kadar da bu tavrında en küçük bir değişiklik yansımadı etrafına. Cumhuriyet Halk Partisi yetkilileri bugünlerde kendisine veryansın ediyor. Sebep belli; sayın Sarıgül'ün CHP Genel Başkanlığı'na soyunmuş olması. Yetkililerin Sarıgül'ü tepkiyle karşılamaları son derece doğal. Onlar hâlâ 1940'lı yılların anlayışıyla olaya yaklaşıyor. Yok efendim, CHP Kurultayı'nda başkan seçilirmiş, yok efendim Sarıgül'ün kişiliği genel başkan olmak için yeterli değilmiş. CHP'nin neredeyse olağan kurultay sayısına yaklaşan olağanüstü kurultayını da yakından biliyoruz. Biliyoruz da, özellikle son dönemdekilerinin ne işe yaradığını bir türlü anlayamıyoruz. Dönem, topluma sempati verebilen insanların dönemi. Onların yaklaşımı eğer kitleler tarafından hoş karşılanırsa önünde hiçbir engel duramaz. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gelişi de öyle olmadı mı? Mustafa Sarıgül doğal olarak CHP'nin ilkeleriyle ve kendi sempatik, sıcakkanlı davranışlarıyla CHP'de bir çığır açacak izlenimi bırakıyor bende. Önünü açsalar da açmasalar da o bu yolda yürümeyi kafasına koymuş. Benim tanıdığım Mustafa Sarıgül bunun peşini de bırakmaz. Yolun açık olsun Sarıgül... Levent Bıçakçı daha açık olmalı Levent Bıçakçı aday oldu. Hayırlı olsun. Hepimizin dikkatini çeken bir konuda ısrar ediyor. Diyor ki, "Hakemlik Türkiye'de maalesef başarılı bir müessese olmaktan çıkmıştır." İkincisi de, "Futbolumuz kirli mi?" sorusuna, "Tahmin ediyorum kirli" cevabını veriyor. Bu konuda adaylar asla açık seçik konuşmaz. Hep dolambaçlı hareket ediliyor. Aday olan, belki de yarın başkan olacak kişiler net davranmadıkça ciddi puan toplamaları söz konusu olamaz. Futbolun nesi kirliyse açıkça anlatmalılar. Hakemler şaibeliyle açıkça söylemeliler. Yoksa havanda su dövmenin önüne geçilmesi mümkün değil. Hakemlerin başırısızlığı veya başarısı neden önemseniyor? Otorite ve güç bu kurumu yönlendiriyorsa, denetimini elinde tutabiliyorsa artık gerisini saymanın bir anlamı kalmaz. Ülkemizde bu hep böyle oldu.