8 puan farkın birden bire 3 puana düşmesi akıl dışı gibi geliyor. Her nasılsa futbolda üç puanlı sistemde böyle büyük puan farklarının kolay kapatılabileceği biliniyorsa da, üst üste gelen bazı olaylar akıllarda soru işaretleri oluşturuyor. Berabere bitmiş bir Rize maçı sonrası hakem hatasının kural hatası diye evirilip çevirilmesi ve müsabakanın tekrar edilmesi... Bunun ardından bir maçta 5 kırmızı kart gören bir Beşiktaş futbol takımı... Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa Türkiye 1. Ligi'nde bu şekilde yarım kalmış bir futbol karşılaşmasını hatırlamıyorum. Beşiktaş - A.Gücü maçında Beşiktaşlı futbolculara yapılan faullerin gözden kaçırılması, sarı kart gösterilecek pozisyonlarda hakemin hep A.Gücü tarafında duruşu dikkatleri çeken olaylar zincirinin halkaları. Kimse "Gidin de şu takımın önünü kesin" demez bir başkasına. Böylesine bir düşünceye ortak olmayı bir tarafa bırakın, aklımın ucundan bile geçirmem. Şimdi F.Bahçeliler ellerini ovuşturup Beşiktaş'ın kaybettiği puanlara bakıyorlar. Siyah-beyazlı kulüpte önce bir Ahmet Dursun olayı yaşandı. Futbolcunun davranış biçimleri Beşiktaş Kulübü'nün anlayış yöntemleriyle taban tabana zıttı. Bunun böyle olması gerekiyordu ve oldu da. Ardından bir İlhan Mansız olayı çıktı. Borç kapatma uğruna Beşiktaş Kulübü gelmiş geçmiş en çok santrfora benzeyen ve gereklerini yapan futbolcusunu gözden çıkarıverdi. Spor, özellikle futbol, içinde yaşarız ama farketmediğimiz bir oluşuma sahiptir. Bu spor dalının bütün unsurları, diğerlerinde de olduğu gibi insandır. Yöneticisi, futbolcusu, taraftarı, teknik adamları... Hepsinin beklediği aslına bakarsanız somut bir kavram olan goldür. Lucescu bütün bu olaylar zincirine mazeret arıyor şimdi. Diyor ki? Takımım hücumda iken rakipler acımasızca faulle futbolcularımı durduruyorlar. Karar lehimize verilmiyor, rakip takım için avantaj sağlanıp kalemizde pozisyonlar oluşturuluyor. Buraya kadar olanı Lucescu'nun düşünce olgusu. Çözümü ise çok enteresan ifade ediyor: Ben de takımımı öne çıkarmam! Haydaaa, bu nasıl mantık. Gol yemeyeceğim diye, futbolcum sakatlanmasın diye hücum etmeyecek Beşiktaş. Kendisini korkak ilân edenler varken gerçekten böylesine çekingen, zayıf ve ürkek bir açıklama hiçbir düşüşün ne cevabı olabilir ne de mantığı. Şimdi düşünüyorum. Birileri, yani F.Bahçeliler, "Gidin şu Beşiktaş'ın önünü ne yaparsanız yapın kesin" mi dediler? Yoksa futbolcularını sebep ne olursa olsun bir anda takımlarından yollayıveren ve en sorumlu adamları olan teknik direktörlerinin açıklamaları mı Beşiktaş'ın yolunu kesiyor? Firdevs birinci olmalıydı Popstar heyecanı ülkeyi bir anda avucunun içine aldı. Abidin mi yoksa Firdevs mi birinci olacak? Oylamalar yapıldı, propagandalar yapıldı ve Abidin bana göre genç kızların oylarıyla rakibesini kıl payı geçip popstar oldu. Oysa bana göre Firdevs popstar olmalıydÌ. Zaten ben oyumu ona verdim. Şimdi soracaksınız neden diye? Bu tür mesleklerde, benzemek insana başarı getirmiyor. Abidin'in kabahati değil ama tarzı herkesin kabul ettiği gibi Tarkan'ımsı. Onun bu yolda mesafe alması için kendi yorumunu Tarkan'ımsı yorumdan çıkarması gerekiyor. Bu da kolay bir şey değil. Besteler yapacak veya alacak, onlarÌ kendi yorumuyla uygulayacak, kılığını, kıyafetini, davranışlarını sadece Abidin olarak gerçekleştirecek ve popstarlıkta yoluna devam edecek. Oysa Firdevs öyle değil. Çocuğun değişik bir karizması var, ihtirasları var ve bu duyguları saklayarak yürütmeyi bilen bir yapısı var. Bütün bunlar Firdevs'e bir avantaj sağlıyor. Onun karizması hazır, kendisine düşen sadece şimdiki yorumuyla şarkılarını seslendirebilmek. Onun için benim birincim Firdevs'ti... Hepsinin yolu açık olsun... İmaj mı, futbol mu? İnönü Stadı'nda iki milli takım sahaya çıkıyor. Tünellerdeyiz... Milli takımlardan birisi Türkiye, diğeri İtalya. İki takım futbolcuları yan yana yürüyorlar. Ben de ortalarındayım. Aman Yarabbim, o da ne? Sağ tarafımdan parfüm kokuları geliyor, futbolcuların saçları jöleli, hani şimdilerde bizim gençlerimizin modası haline gelen bir tarz var ya... Gök mavili formalarının içinde futbolcu değil, hepsini birer manken sanırsınız! Bizimkiler de aynı benim hayret bakışlarım içinde onlara bakıyorlar. Ama ayıp olmasın diye çaktırmadan... Kendi kendime dedim ki; futbol spor mu, yoksa bir imaj mı? Evet futbol artık bir imaj. Bir örnek daha mı istiyorsunuz? Bizim İlhan Mansız. Saçları kimi zaman şöyle, kimi zaman böyle. Bugünlerde o güzelim saçları 3 numara kesmiş, olmuş bir Japon. Bu işleri İlhan doğrusu çok iyi biliyor. Dünya Kupası'nda Japonlar'ın gönlünü fethetmedi mi? Onun maçlarını izlemeye İnönü Stadı'na Japon turistler gelmedi mi? Dedik ya futbol artık bir imaj diye. Bunu ne kadar iyi kullanırsan o kadar başarılısın demek. Beşiktaş İlhan'ı kaybedince acaba imajından bir şeyler eksilir mi? Asla unutulmayacak 60'lı yıllardı... Türk pop müziği yeni yeni hareketleniyor. Belki de hareketlenmek deyimi fazla iddialı olacak, daha doğrusu şansını deniyor. Birdenbire Cem Karaca isimli genç o günlerde herkesin dikkatini çekiverdi... Değişik davranışları, değişik sahne hareketleri, alışamadığımız sahne kıyafetleri, yürekten gelen yorumları bir anda Cem Karaca'yı Cem Karaca yaptı. O gün neyse bugün de o oldu Cem Karaca. Onun nasıl şöhret basamaklarına tırmandığını anlatmayacağım; zaten herkes biliyor. Yurt dışında geçirdiği vatanından uzak günlerdeki hasretini de herkes biliyor. Onun en ilgi çekici yanı sanatçı tarafıydı. 60'larda ben sanatçıyım diye çıktı, uzun müzik yaşantısı boyunca en küçük bir değişikliğe uğramadan yoluna devam etti. Ne medyada sansasyon aradı ne de öne çıkmak için sahne yarışlarına girdi. Kolay değildir sanatçı unvanını almak. Pek çoğu bu unvanı eş dost kayırmasıyla elde eder ve unutulup gider... Cem Karaca asla unutulmayacak... Yıldızlandık! Stadların oteller gibi yıldızlandığını da öğrendik! Yani anlamak isteyenler öğrendi. Beş yıldızlı stadımız varmış da haberimiz yokmuş... Yıllar önce Fenerbahçe Stadı bundan önceki yapılışlarında da aynı kafalar aynı fırtınıları estirdiler. Yok efendim saha Doğu - Batı istikametinde dursaymış rüzgâr almazmış. Kuzey - Güney istikametinde sahayı yaparsan işte böyle olurmuş, rüzgâr esermiş ve futbol oynanmazmış. Bunları söyleyenler o sırada tribünlerde rüzgârdan üşüyen medya mensubu kardeşlerimizdi... Sonra üşümeye alıştılar, Fenerbahçe Stadı'nın da rüzgârı gitti. Yüzük taşı gibi bir stadyum... Pırıl pırıl... Avrupa'daki ilk 20 stad içinde yer alıyor. Stada girmesi 2 dakika, çıkması 5 dakika. Basının yer aldığı bölüm dünyada gördüğüm bütün stadyumlardan çok daha mükemmel. Sizi istediğiniz anda bilgilendiren sistemler. Dahili TV yayınları... Ayağınızı uzatın, ister trübünden, ister kapalı bölümlerden maçınızı seyredin. Bu stada da aynı Fenerbahçe Stadı gibi "aman rüzgâr var" dediler. Buranın rüzgârı, bunu söyleyenler. Üşümeye alışıncaya kadar devam edecek. Sonra Fenerbahçe Stadı gibi unutulup gidecek. Ama bir şey artık asla unutulmayacak. Bu stad 2005 yılında Şampiyonlar Ligi finaline evsahipliği yapacak. Yolu yok diyenler, rüzgârı bol diyenler acaba şimdi ne düşünüyorlar? Bu stadda Avrupa'nın en büyük organizasyonunun finalini oynatmak rüzgârda üşüyen düşüncelerin akıllarının kıyıcığına bile gelmez. Böyle bir sonuç ortaya çıkınca da apışıp kalırlar. Şimdi bu büyük başarı için herkes Şenes Erzik'e teşekkür ediyor. Bu stadı yapanlar, bu stada emeği geçenler olmasaydı neyimizle birilerine teşekkür edecektik. Mal ortada... Sadece bunun tanıtımında bize görev düşüyor, bu görevi yapanlara tabii ki teşekkür borçluyuz. Ha... Stadın yolları mı ne olacak? Beş yıldızlı bu eseri kazandıran bu devlet, üç kuruşluk yolu oraya bir fiskeyle yapıverir.