Futbol çirkinleşiyor!..

A -
A +

Eğer Avrupa Futbol Şampiyonası böyle devam ederse, seneye futbolun karamsar bir tablo çizeceği görülüyor. Bütün takımlar 4 - 4 - 2 anlayışıyla futbol oynuyor. Kısaca bunun anlamı şu; futbolcuların yetenek ve güçleri eksikse, en az 8 futbolcuyla savunma yapılacak. Buna karşılık en az 8 futbolcuyla da savunma yapanın üstüne gidilecek. Ceza alanına yakın bölgeye orta 4'lüyü çeken futbol anlayışı, o takımın savunmasında kaostan başka bir futbol görüntüsü vermeyecek. İngiltere - Fransa maçında İngiltere 1-0 öne geçtikten sonra aynı dediğimi uyguladı, futbol adına bir güzellik göremedik. Ne oldu? Zidane ortaya çıktı, Fransa'yı galibiyete taşıdı. Burada dikkat ederseniz hâlâ Zidane'dan söz ediyoruz. Avrupa Futbol Şampiyonası'nda şu ana kadar süper nitelikte yeni futbolcular göremedik. Savunma kalabalığı içinde futbol organizasyonunun ne kadar güç olduğunu 2004 Portekiz'de bol bol izliyoruz. Dikkat edilirse 4 - 4 - 2 anlayışında kanat organizasyonlarının fakirliği ön plana çıktı. Bu taktik anlayışta, libero gibi görev üstlenmiş futbolcuların olmaması da kademe sıkıntısına yol açtı. Zaten goller de orta sahadan uzunca paslarla meydana geldi. Daha net bir ifadeyle futbol çirkinleşiyor. Bu çirkinlik bize yansıyacak, kurtuluşu yok. Güçlü transfer yapan F.Bahçe, Beşiktaş gibi takımlar karşısında diğerleri ne yapacak? Bu futbol şampiyonasında moda olan, yaygınlaşan 4 - 4 - 2 anlayışında savunma güvenliğini ön planda tutacak. O zaman kalenin birisinin önünde kör dövüşünü önümüzdeki sezon da yaşayacağız. Ben kendimi şimdiden buna hazırlıyorum. Bu düşünceler doğal olarak teknik adamları da etkileyecek. Ellerinde fizik gücü yetersiz, futbol anlayışı kıt oyuncularla ne yapsınlar. Beraberlik düşünceleri, gol yememe hesapları, antrenörleri de sarıp sarmalayacak. Ben böyle gördüm. Umarım yanılırım. Abeylegesse Türk mü? Sigara içenler Marlboro gibi markaları yıllarca tezgâh altından almadılar mı? Sorsanız hatırlamazlar bile.. Örnek olsun diye söyledim. Sigara gibi daha neler neler.. Sonra bunun adı da kondu. Küreselleşme.. Miami'de ne var, Bangladeş'te de o olacak. Bu tür ihtiyaçlar gündeme geldi mi şakır şakır alkış tutuyoruz. Abeylegesse Türk olmayınca neden üzülüyoruz, bunu anlamak mümkün değil. Sen sigarayı ayıla bayıla kabul edeceksin, bu ülke için spora imza atmış sempatik mi sempatik Etiyopyalı bir çocuğa, "tu kaka" diyeceksin. Yok böyle bir şey.. Aynı düşünceleri Naim Süleymanoğlu ve arkadaşları döneminde de yaşamadık mı? Onların Türkiye'ye gelmeleriyle hayal bile edemeyeceğimiz kupaları müzelerimize götürdük. Kupalardan daha önemlisi, halter sporuna olan ilgi arttı. Şimdilerde hem bu daldaki sporcularımızın, hem de bayanlar kategorilerindeki gençlerimizin başarılarını sık sık seyrediyoruz. Olayın farklı yönleri de var. Abeylegesse'yi ülkeye getirmek sanıldığı gibi kolay bir operasyon da değil. Sessiz sedasız işadamı Şarık Tara'nın ismi de haberlerin satır aralarında yer alıyor. Öyle bir çocuğu getirdiniz, ona baktınız, elinden tuttunuz, yediğine içtiğine kadar başına birşey gelmesin diye özen gösterdiniz. Kim yapabilir bunları? Spora vizyon taşımaya çalışan insanlar ve ciddi fedakârlıklarla gerçekleşir bunlar. Şarık Tara böylesine bir sorumluluğu üstlenip bize dünya rekoru hediye edebilen bir vizyonu ve uygulamayı getirebiliyor. Şimdi Marlboro sigarasını kimliğini, milliyetini araştırmadan ciğerimize çekeceğiz, üzerinde bu kadar yatırım yapılmış Elvan'ın başarısına, "Bu kız Türk değil deyip dudak bükeceğiz." Atina'da Süreyya'yla birlikte madalya için koşacaklar... Bir tartışma da "Elvan, Süreyya'yla 1.500 metrede koşsun mu?" tartışması. Akılcı olalım. Burada Türk atletizmi veya Türk sporu düşünülerek sporcuların nerede koşacakları kararlaştırılamaz. Eğer amacımız kendi içimizde sansasyon aramak ise, lastik gibi bir ucundan tut çek, gitsin bir tarafa. Eğer bu sporcuların olimpiyat günleri sırasındaki performansları 1.500 metrede odaklaşırsa, neden aynı mesafede koşmasınlar? Yok performansları farklı farklı metrelerde ise tabii ki o kategoride yarışacaklar. Olimpiyat gibi oyunlarda birincilik kürsüsüne çıkan sporcularımızın bayraklarla pistlerde şov yapmaları büyük bir görsellik. Bütün dünya, yarışlardan sonra bu görselliğin seyrine de doyamıyor. Bizim sporcularımızın yeni yeni pistlerde bu türlü şovları gerçekleştirmeleri büyük bir gurur hepimiz için. Ancak abartmak ayıp oluyor. Siz geçen olimpiyatlardan kaç tanesini bayraklarla şov yaparken hatırlıyorsunuz? Gereksiz tartışmalarla atletizmde atılan dev adımların önünü kesmek yakışık almaz. Senelerce bu tür sporcuları yetiştirdikten sonra dünya insanları o pistlerde Türkler'in bayrak göstermesine alışırlar. Tartışmalar ve sporcuların hangi metrelerde koşmaları gerektiği düşünceleri içimi karartıyor. TRT spikerleri Avrupa Futbol Şampiyonası'nda meslektaşlarımı dinlerken bizim kuşak arkadaşların seslerini duyamadım. Kulaklarım Tansu Polatkan'ı, Murat Ünlü'yü, Abidin Aydoğdu'yu aradı. 1972 yılından beri görev yapan arkadaşlarımızın bu şampiyonaya, sonraki kuşak Levent Özçelik, Hüseyin Başaran gibi arkadaşlarla götürülmediklerini öğrendim. Yıllarca bu işi yaptığım için kim iyi, kim kötü diye yorum yapmak istemiyorum. Beni üzen, yıllarını bu iş için vermiş tecrübeli isimlerin neden Portekiz'de olmadığı. Denilebilir ki, biz yeni kuşaklara yol açmak istiyoruz, eskiler yeterince böyle şampiyonalar gördüler. Hiç bir gerekçe bu arkadaşların Portekiz'e götürülmemesine sebep oluşamaz. Çünkü tecrübe, işin devamlılığı, günahları ve sevaplarıyla bu güne kadar seslerini duymaya alıştığımız ve alışan insanlarımız onları duymak isterler. Umarım Genel Müdür Şenol Demiröz bir takım dolduruşlara gelmemiştir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.