Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay, yaptığı açıklamada Seyrantepe'de G.Saray tarafından üzerine yapılacak stad arazisinin hazinenin malı olduğu, ihaleye çıktığında F.Bahçe dahil olmak üzere tüm özel ve tüzel kişilerin ihaleye katılabileceğini söyledi. Geçtiğimiz günlerde de F.Bahçe ihaleye katılabileceğini vurguladı. Şu ezeli rekabetin nerelere vardığını görüyor musunuz? F.Bahçe'nin burada stad yapmak gibi hiç bir düşüncesi yok. Birincisi, öyle olsa F.Bahçe bir Kadıköy takımı; araziyi Kadıköy tarafında ister... İkincisi, şimdiki stadla uğraşmaz. Geriye ne kalıyor; G.Saray'ın işine çomak sokmak. Bir taraftan bakıyorsunuz tatlı bir rekabete benziyor, bir taraftan bakıyorsunuz, işin sonunda kazık atmak var. Eğer F.Bahçe'nin talebi yarı yolda kalırsa bu bir tatlı rekabet. Yok eğer ihaleye katılıp fiyat yükseltirse, o zaman G.Saray yandı. Ucuza edinmeyi düşündüğü arazi uçuk uçuk fiyatlarla karşısına çıkacak, göreceğiz bakalım. Bu bir. Ezeli rekabete yakışır mı? Bu da iki... Lucescu Mircea Lucescu, Milli Takım'ın başına getiriliyormuş. Levent Bıçakçı ile görüşmüşler, şartlar uyarsa Milli Takım'ın yeni patronu olacak. Çok değerli bir hoca. Bu inkâr edilmez. Ancak Fatih Terim'le arasında oluşturulan polemikler, hocanın saçından tutun da giyimine kadar yapılan eleştiriler... Ben şimdi merak ediyorum. Bir çok başarısına rağmen ülkemizde bir türlü sevdirilmeyen bu hocanın Milli Takım'a getirilme söylentileri nasıl karşılanacak?.. Öyle ya, bizde adamın başarısına değil, saçına başına bakılır da... Böyle gelmiş böyle gider Çok enteresan açıklamalar yapıldı geçen günlerde...Özellikle Aziz Yıldırım'ın "UEFA Kupası tesadüfen alındı" sözleri... Öyle soyut bir iddia ki, lâf olsun torba dolsun da diyebilirsiniz... Canaydın'ın aksini ispat etme çabalarına da ister katılırsınız, ister katılmazsınız... Bu başarı tapu gibi başarı... Üzerine toz bile kondurulamaz... Ne var ki; açıklamalar üzerine istediğiniz senaryoları üretebilirsiniz. Hani kedi uzanamadığı ciğere pis dermiş deyişinden yola çıkarak... Şimdi işin aslına bakalım. Sayın Yıldırım bu sözleri katıldığı bir panelde soru üzerine anlatıyor. İyi yönetimlerin bulunduğu, transferlerin olumlu gerçekleştiği, futbolcuların çok kısa sürede takım oluşturdukları ve camianın kenetlendiği bir sırada bu başarının geldiğini söylüyor. Kısaca bu gelişmelerin ülkemizde her zaman olmadığına dikkat çekerek, rastlantı sonucu meydana gelmiş bir başarı olarak görüyor 1999-2000 sonucunu... Gerçekte Yıldırım'ın sözlerini bu bağlamda algılarsak G.Saray'ın başarısını hafife aldığı söylenemez. Yalnız burada iki olgu karşımıza çıkar, kulüplerimiz sürekli olarak en iyi durumda bulunmaları için... Birincisi, takımlarımızın alt yapılarının mükemmel olması, ikincisi de büyük takım unvanına sahip takımların ekonomi ve bütçelerinin düzenli ve büyük olması... Oysa duruma baktığımızda bu iki olguyu da göremiyoruz. Sadece görmemekle kalsak iyi. Çünkü kulüpler alt yapıcı olurlarsa büyük takım özelliklerini kaybedeceklerini sanıyorlar. Yani para harcamayan, pahalı transfer yapmayan, dolayısıyla taraftarına umut vermeyen durumuna düşüyorlar. İşlerine gelmiyor bu yönetimlerin... İkincisinde ise daha büyük açmaz var. Hem cek, caklı konuşuluyor, hem yüksek parasal değerlerde vaadlerde bulunuluyor, hem de bu gerçekleşmiyor... Aziz Yıldırım'ın açıklamalarında irdelenmesi gerekenler bunlar.... Oysa konu yine popülist yaklaşımlarla ele alındı. Koskoca başarı basit anlamı ile tesadüf olarak değerlendirildi... Özhan Canaydın da popülizme alıştırılmış kamuoyuna bu bakışlarla açıklamalar yaptı... Oysa gerçekçi davranarak kulüplerimize daha aydınlık gelecekleri sağlayabilecek bir tartışmayı başlatabilirdi, gene olmadı. Nedense gerçekleri konuşmak hoşumuza gitmiyor. İşin yüzeysel yanlarını kafamıza göre yansıtmak kolayımıza geliyor. Böyle olunca da sonuçları pek algılayamıyoruz. Ne yapalım, böyle gelmiş böyle gider...