"Atletlerin eşit şartlarda yarışması..." Atletizmin değişmez ve şaşmaz şartıdır bu. Uluslararası Atletizm Federasyonu'nun da (İAAF) "değişmez prensibi"dir. Onun için "İAAF" bu şarttan asla vazgeçmez. Süreyya Ayhan olayının birinci açmazı budur. İkincisi ise "Dopingi kimler yapar?" sorusunun cevabını aramaktır. Sorunun cevabını vermekde zordur. Hiç kimse çıkıp da "Ben doping yaptım" demez... Ne var ki, bilinen gerçek de hemen hemen bütün üst düzey atletlerin doping yaptığı doğrultusundadır. "İAAF"ın bu sorunu çözmesi de mümkün değildir. Eğer çözebilseydi şimdiye kadar geliştirdiği tüm yöntemler doping kullanmayı ortadan kaldırabilirdi. Böyle olmadı... Peki neler oluyor? Uluslararası alanda öne çıkan sporcular doping uygulaması için konunun uzmanı doktorlarla işbirliğine gidip, ne ölçüde ve sürede doping alacaklarını bilgisine ulaşıp hem sağlıklarını korumak, hem güçlerini arttırmak istiyor ve en önemlisi yakalanmamaya çalışıyor... Bunun ekonomik olarak bir başka anlatımıysa "para" demektir. Şimdi atletler eşit şartlarda yarışacaklar, bunu sağlayacaksınız. Eğer sağlayamıyorsanız atletler bu defa ciddi paralar harcayıp dopingin en anlaşılmazını ve en gizlenebilirini yapacaklar. Bugün dünyada yapılan işte bu ikincisi. Paralar ve bilimsel uygulamalar... Süreyya Ayhan'la hocası ve eşi ikinci formülü başaramadılar, hem de acemice. Ortaya atılan iddialar üzerinde fırtına koparmanın bir alemi de yok. "İAAF"ın uygulaması belli. 'Müsabaka dışı' doping kontrollerini yapacaklar ve devam edecekler. Yakalanan gitti... Nitekim bu yıl ABD'de bu şekilde 13 atlet ceza aldı. Arada kaçanlar veya yakalanamayanlar ise olimpiyat oyunlarında gövde gösterisi yapacak... Gelelim popülist yaklaşımlara; Süreyya'nın hocası ve kocası yetersizmiş, Atletizm Federasyonu Başkanı ile Gençlik ve Spor Genel Müdürü görevinden istifa etmeliymiş... Bu görevlerde bugün kim olursa olsun aynı zokayı yine yerdik. Yok böyle birşey... Bütün dünyada bunlar profesyonelce yapılsın, sen burada çarşafla, sonra işin en kolayını iste: Sorumlular istifa etsin. Kazın ayağı öyle değil. Süreyya ve eşi eğer paraya kıyabilselerdi veya sistem bu konuyu ciddiye alabilseydi şimdi bu rezalet yaşanmayacaktı... Eee ne yapalım? Küreselleşmeye ayak uyduramıyoruz... Öyle kolay değildir bu aşamalar... Köylü toplumundan sanayi toplumuna geçiş de hiç kolay değildir. Şimdi biz bunun faturasını ödüyoruz.. Buna eline yüzüne bulaştırmak denir.. Logo resim Okurlarımız zaman zaman "e-mail" göndererek eleştiriyorlar. Geçen hafta ilgi çekici bir mail aldık. Arkadaş, yazılarımda kullandığım resim logosunun, aynen yeni saat almış asker pozuna benzediğini söylüyor. Baktık, gerçekten de öyle. Üstelik logo resimlerin saygınlık artıracağını da belirtiyor. Kendisine teşekkür ediyoruz, ilk fırsatta değiştireceğiz. Şampiyonlar Ligi'ne beş kala Önceki akşam maçı izlerken, 80'li yılların Dinamo Kiev takımını ünlü teknik adam Lobanovski ile birlikte düşündük. "O yıllarda Türk futbolu Dinamo Kiev'i silkeleyebilir miydi?" diye aklımızdan geçirdik. O yıllarda Beşiktaş oynamıştı ve yüzyılın takımı karşısında elenip gitmişti Şampiyon Kulüpler Kupası'ndan. Bugünkü Dinamo Kiev, o Dinamo Kiev değil. Değil ama Trabzonspor da önceki yıllardaki Trabzonspor değil. Bordo-mavililerde en ilgi çeken taraf, maçı kazanma arzusu... Ardından, maçı bırakmamak için yeterli bir motivasyon. Bunların hepsi vardı Trabzonspor'da. Kendilerini kutluyoruz. Ancak futbola ve alınan skora güvenmemek lâazım. Ziya Hoca bunları mutlaka biliyor. 2-1 yenik duruma düşen Dinamo Kiev'in savunma güvenliğini bırakıp gol peşine düşmesi son derece doğaldı. Bu arada hücum bölgesinde Trabzonspor'un karşı ataklarla ve hızlı futbolcularıyla sayısız pozisyon yakalaması da doğaldı. Tetkin direktör Mihailichenkho Trabzon'da mutlaka şansını arayacak; belki de Trabzonspor bu maçtaki kadar rahat bir Dinamo Kiev bulamayacak. Dikkatli olalım, ayağımızdaki şansı kaçırmayalım.