Geçen hafta F.Bahçe - G.Saray maçının sonucunu tahmin edin ve e-mail adresime gönderin demiştik. İlgimizi çeken bir nokta oldu. Çok enteresan, F.Bahçeli taraftarlar bu ankete son derece az sayıda ilgi gösterdi. G.Saraylılar ise çok sayıda katıldı. Anlaşılıyor ki, G.Saray'ın moral bir galibiyete ihtiyacı var. Bunlar bir şey değil... Okurlarımdan birisi sadece bir fıkra yazmış, ben de size aktarıyorum. "Adam yurtdışından geliyor... Gümrükte memura yaklaşıyor... Elinde kocaman bir çuval! Memur soruyor: Kardeşim bu çuvalın için ne var? Vatandaş cevap veriyor: Tavuk yemi. Memur bu cevaba inanmayıp çuvalı incelemeye başlıyor, ağzını açıp bakıyor ki, çuvalın içi kol saatiyle dolu! Adama kızgın bir şekilde dönüyor: Hani bunlar tavuk yemiydi? Adam süklüm püklüm cevap veriyor: Hani biz tavuklara atıyoruz da yerlerse diye..." Bunu gönderen okurum Recep Köle ne demek istemiş, biraz düşünelim... F.Bahçe - G.Saray maçı sonrası şükürler olsun hiçbir olay olmadı diye sevinirken, 2 Mart tarihli gazetelerde bizi hüsrana uğratan bir haberi gördük. Çaycuma'da F.Bahçe - G.Saray maçını izleyen Cemalettin Karaalp maç sonrası sopayla dövülerek öldürüldü. Bu olaydan kısa bir süre önce de Ahmet Çakar vurularak yaralandı. Ben şimdi soruyorum futbola ait olaylar içinde bu kadar kısa sürede bir gazeteci yaralanıyor, bir taraftar öldürülüyor. Sıradan düşünen ve futbola fazla ilgisi olmayan birine bu olayları sorsak ne cevap verebilir? Herhalde tesadüf demez, herhalde birbirlerine özel düşmanlıkları vardı demez. Buna verilebilecek bir tek cevap var, o da "BU BİR TERÖRDÜR!" Ahmet Çakar'a acil şifalar diyor, geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz. Öldürülen vatandaşa Allah'tan rahmet diliyoruz. Bu ülkede yıllardır pek çok gazeteci öldürüldü, şehit edildi. Bütün Türkiye o zaman yaşanan bu olaylar karşısında yanlısı yansızı olayların üzerine giderek bütün içtenliği ile bunlara sebep olanları kınadı. Cumhuriyet ciddi sarsıntılar yaşadı. Ne yazık ki o dönemlerdeki olayları terör olarak gören bütün unsurlar spordaki bu tür olaylara gelince pek ciddi olmuyorlar. Yıllar önce güvenlik güçleri yetkilileri, "Ne yapalım, insanlar stadlarda deşarj oluyor" diye gerekçeler gösteriyorlardı. Futbolun yapısında yaşadığımız halde bilmediğimiz olgular var. 1- Taraftar var. Dolayısıyla birbirlerine rakip topluluklar var. 2- Kazanmak ve kaybetmek var. 3- Bu kazanmanın ve kaybetmenin nasıl oluştuğu yolunda haberler ve yorumlar var. Bu üç noktayı eğer canınız isterse ateş ile barut gibi görebilirsiniz. Eğer canınız isterse bunu sadece bir yarışma ve heyecan olduğunu da düşünebilirsiniz. Bizler bu iki seçenekten birincisini tercih etmekte hiçbir sakınca görmüyoruz. Bunların sebeplerini anlatmak istemiyorum çünkü hepiniz biliyorsunuz. Futbolun yarışma ve heyecan unsuru taşıdığı görüşüne nasıl ulaşabiliriz? İşte cevap bulması gereken asıl konu bu. Bu soruya cevap verilemediği için daha önce böyle bir saldırıya uğramış Hıncal Uluç isyan ediyor. Yüzeysel olarak olaya baktığımızda isyan edilmeyecek gibi değil. Tabii ki böyle saldırılara uğramış meslektaşlarımızın yanında durmalıyız. Radyo spor spikerliğinin bir numaralı ismi ve ilki Sait Çelebi'nin anılarından öğreniyoruz ki; F.Bahçe Kulübü'ne tahsis ettiği Anadolu Hisarı'ndaki köşkünde bir G.Saray yenilgisi sonrası köşke gelen G.Saraylı futbolcularla nasıl eğlenip, dostça vakit geçirdiklerini anlatıyor. Bu tahterevalli gibi... Bir tarafa ağırlık verirseniz gündem o düşünceyi alkışlıyor. Bir başka tarafa ağırlık verirseniz bu defa diğeri alkışlanıyor. Dedik ya bu bir terördür. Terörün nerede başlayıp nerede bittiğini kestiremezsiniz. Terörde haklı ve haksızı da bulamazsınız. Başta devlet yönetimi, sonra sırasıyla herkes şapkasını önüne koyup düşünmek zorunda ve tahterevallinin spor ve heyecan yönünü ön plana çıkarmak mecburiyetinde. Boğaz'ın seyyarları Son birkaç gündür havalar güzel, insanlar çoluk - çocuk, eş - dost İstanbul'un güzelliklerinden yararlanmaya çalışıyor. İstanbul'un güzellikleri nedense hiç bitmez; ne yaparsak yapalım yine de bitmez. Eskiden Boğaz'da yapılaşma bugünkünün belki de 50'de biriydi. Boğaz o zaman da güzeldi, şimdi de böyle yapılanmaya rağmen yine de güzel. Ne var ki, güzellik kavramı ve düşüncesi insandan insana değişiyor. İlk defa birkaç yıl önce Boğaz'da kıyılara bağlanmış takalarda balık ekmek satıldığını görünce çok hoşuma gitmişti. Denizin üstünde ucuz bir fiyatla arkadaşınla, sevgilinle başbaşa balık - ekmek yiyorsun. Romantizmin doruk noktası gibi. Bir yandan Boğaz'dan gelip geçen vapurlar, şilepler, tankerler, bir yandan kıyılardaki pek az sayıda kalmış görülesi yalılar ve köşkler. Galiba zokayı böyle tatlı tatlı, yavaş yavaş yiyoruz. Hani hava güzeldi, İstanbullular geziyorlardı dedik ya. Ben de o güzel günlerde Boğaz'da dolaştım. Aman Allahım, bir de ne göreyim? Balık ekmek satan takalar apartman gibi olmuş. Kat üstüne kat çıkılmış. Sadece masum balık ekmek derken, kaldırımlar işgâl edilmiş. Hepsi dönmüş ruhsatsız, alt yapısız restoranlara. 'Seine' nehrinin üzerinde birer yüzük taşı gibi gezen tekneler vardır. Nehrin bir başından bir başına gider gelirler. Yemekli olanı, yemeksiz olanı, içinde Fransız'ı, yüzlerce turisti, nehrin bulanık suları üstünde etrafı seyrederler. Notre Damme'ı ve Fransız kültürü için nehrin iki tarafında ne varsa gösterilir. Ama hiçbirinden ne bir ızgara kokusu ne de bir sarhoş narası duyabilirsiniz. klıma bunlar geldi dolaşırken Boğaz'ı. Bizde ucuz hesapçılık var, bizde küçük duygularımızı bir anda istismar edip kandırmak var. Ben belediyelere bir şey demeyeceğim. Onların bu sorunları çözdüğünü şimdiye kadar görmedim. Sadece görev biz İstanbullular'a düşüyor. Eğer birşeyleri anlayabiliyorsak. "Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü" Amerikan Sinema Sanatları ve Akademisi tarafından dağıtılan 76. Oscar töreninde bütün ödülleri silip süpürürken Titanik ve Ben Hur'un rekorunu tekrarladı. Los Angeles'ta yapılan ödül törenine, bayanların kırmızı halı üzerinden en pahalı giysileriyle, ayakkabılarıyla, mücevherleriyle, aşırı dekolteleriyle, son model saç stilleriyle zarafet içinde katılmalarını izledim. Kim ne ödül alacak heyecanın dışında törene gelenler ayrı bir renk katıyordu. Gerçekten herşeyin hayâl kadar güzel göründüğü, en ince ayrıntısına kadar düşünüldüğü, tam anlamıyla profesyonel bir organizasyondu. Uykusuz kalmama değdi. Bu sektördeki yarış, teknolojideki gelişmelerin de sunduğu çok geniş imkânlar sayesinde bize tam bir görsel ve işitsel şölen yaşatmakta. Yüksek maliyetlere mâlolan filmler çevrilirken artık her detayda uzmanlaşmayı gerektiriyor. Oyuncuların yeteneklerini en iyi şekilde sergilemesi ve senaryoya hakkını vermesi kısmı da tamamlanınca geriye Oscar ödülünü beklemek kalıyor. Bırakın ödül almayı, isminizin bile aday olarak anılması bu zorlu yarışta virajı iyi aldığınızı gösteriyor. Senelerdir izleriz. Ben bu Oscar töreninin düzenine hayranım. Kapıdan girişine, ödüllerin dağıtımına, sunucuların birkaç kelimeyle yaptıkları esprilere, sanatçıların neredeyde 10 sözcüğü aşmayan teşekkür konuşmalarına, aynı zamanda sosyal olayları eleştirilerine. İnsanın başı ağrımadan gürültü - patırtı içinde olamadan yıllardır düzenlenen muhteşem bir tören. Ancak biz bu kalitedeki törenden de hiçbir şey öğrenemedik şimdiye kadar. Bize kalan gürültü, patırtı ve kaos.