Alibeyköy deniz olmuş, insanlar evlerinin çatısında, balkonunda. Televizyondan izliyorum. Görevli, balkondaki vatandaşa, "Evi tahliye edin" diyor, vatandaş kararlı: "Çıkmam... Eşyalarım var benim..." Görevli, "Şimdi eşyaların sırası değil, canınız tehlikede..." Cevap, "Olsun hiçbir yere gitmem..." Görevli, "Sizi daha dün uyardım, çıkın evden..." Cevap, "Olmaz nerede kalacağım?" Görevli, "Misafirimiz olacaksınız, çıkın..." Cevap, "Ben 150 kişinin içinde kalamam..." Vay be... Tüylerim diken diken oldu. Televizyonlarda bu görüntüleri, "Belediyenin aczi" diye veriyor. Bir kere daha tüylerim diken diken oldu... Başkan 'Topbaş' iki gün önce uyarmış, kamu görevlileri tam anlamıyla kahramanca uğraşıyor... Evinin yarısı sulara gömülmüş vatandaş "çıkmam" diye diretiyor. "Sokakta çocular hasta olur" diyor... Bir kere daha vay be.. Aslında en büyük "vay be" de medyaya. Bu büyük sel felaketini belediyelere yükledikleri için. Popülizm var ya, eyyamcılık var ya, böyle anlarda kimse belediye başkanı, vur gitsin...Yok öyle şey. Neredeydi aklınız dere yataklarına ev yapılıken? Neredeydi aklınız imarsız ruhsatsız evlere izin verilirken? Hazine talan edilirken? Bunlar kimsenin aklına gelmez, felaket gelince kim görevliyse vur abalıya... Maalesef orada yüreği parçalanan, felakete uğramış vatandaş da öyle. O da güncele boğulmuş, felaket olunca, "Nerede yetkililer?" diye çığlık atıyor. Ölecek, evini terk etmiyor. Onun kabahati değil tabii, onlara eyyamcılığı, popülizmi öğretenlerin kabahati. Bir kere daha yaşadık bu suçu. Yine vicdanlarımız sızlanmadan popülizm yaptık. Onun için hepinize "Vay anasını be"" Olimpiyat heyecanı azaldı mı? 1948 Olimpiyatları'ndan sonra idi galiba. Ya 30 Ağustos, ya da Cumhuriyet Bayramı. Ağabeyimle 4-5 yaşlarındayız. Babamız Kütahya'da yargıç. Birgün dedi ki, "Törende Mersinli Ahmet geçecek..." Tuttu elimizden, doğru tören yerine. Mersinli Ahmet madalyası boynunda, gümbür gümbür yürüyor. Gözümün önünde tablo gibi duruyor hâlâ... Ne büyük heyecandı bir çocuk yüreği için... Hele, İkinci Dünya Savaşı yeni bitmiş, ülkeler soğuk savaş içinde, güçlerini sporcularıyla simgelemeye çalışıyor harıl harıl. Sonraları, tek kanallı televizyon dönemleri... Herkes oyunlara kilitlenmiş, Türk'ü, yabancısı, bütün sporcuları tanıyorlar. Nereden gelirse gelsin, başarılar gün boyu sporu seven, sevmeyen herkes tarafndan tartışılıyor. Böylesine büyük bir ilgi ve heyecan var. Bu olimpiyatlarda bana mı öye geldi, yoksa pek çok televizyon kanalının içinde, oyunlar unutulup gidiyor mu? Karar veremiyorum. Yoksa geçen süreç içinde milli heyecanların yerini, "Popülist günceller" mi alıyor, bilemiyorum. Siz ne dersiniz? Del Bosque Futbol, spor mu, şov mu, televizyon sanatı mı? Benim bildiğim spor ama, son yıllarda işler karıştı. İster spor, ister televizyon sanatı, ister şov olsun... Gözler bu görevi yapanlardan, yani futbolculardan beceri bekliyor. Hele 3 büyük takımda oynayanlardan... Bu bakımdan pek fakiriz. Ne yapalım? Bu yokluk içinde biz de kendi kendimize krallar oluşturuyoruz. Ara sıra, futbolcuya benzeyen futbolcular görünce, içimizdeki çöle bir damla su düşmüş gibi oluyor. Beşiktaş'ın bu yılki transferi "Carew" bunlardan biri. Boyu, posu, topla olan ilişkisi insana zevk veriyor. Hücum bölgesindeki deparları, boş alana gidişi, ikili mücadelelerdeki oyun disiplini ayrı bir üstünlük. Carew'in şu sıralarda bir şanssızlığı var. Henüz Beşiktaş'ı tanıyamayan, ilk onbiri kurmakta sıkıntı çeken, Sergen'i takıma almayan bir teknik patronu var.. Del Bosque diyor ki, "Ben takım oyunundan hoşlanan biriyim. Önce takım olur, sonra futbolcu gelir." Dediği doğru ama takımı da takım yapan futbolcular. Hadi bakalım çık işin içinden. Sayın Del Bosque, eğer sen Beşiktaş'ı bu anlayışla takım yapmayı beklersen, köprülerin altından çok sular geçer. Sonra taşar, daha sonra da "Alibeyköy" gibi sele kapılıp gidersin. Fazla düşünmeye gerek yok. Takımı takım yapacak futbolcular var Beşiktaş'ta. Sergen var, yerinde oynatırsan Pancu var, aynı şekilde İbrahim Toraman var. Bir an önce forma girmesini sağlarsan, Okan Buruk var. Daha ne olsun? Bekleme sakın Del Bosque. Sular köprünün altından geçiyor, puanlar bir bir gidiyor, haberin olsun.