Kişisel sorumluluklarla kurumsal sorumlulukların arasında sıkışıp kalmak, bizi başarılardan uzaklaştırıyor gibi geliyor bana. Bu hafta oynayacağımız iki milli maç, sorumluluklarımızı hangi tarafta hissetmemizle sonuçlanacak gibi görülüyor. Milli Takım'ın patronluğuna getirilen Ersun Yanal göreve başladığından beri Hakan Şükür polemiği içinde kaldı hep. Genel anlamı ile düşündüğü futbola uymadığı gerekçeleri ile savundu kendisini. Buna karşılık medya Hakan'ın Milli Takım'a çağrılmamasını kişisel nedenlere bağladı. Niyetimiz bu konuyu gündem etmek değil. Zaten gündemi oluşturacak bir tarafı da kalmadı. Tipik bir örnek olduğu için değindim. Gerçekten böyle bir sorunda milli takımların patronları yakayı ele veriyor. Daha açık bir anlatımla, kişisel sorumlulukları mı, yoksa kurumsal sorumlulukları mı ağır basıyor, bu belli oluyor. Aslına bu davranış biçimini ayırt etmek kolay değil. Çünkü tek başına bir kişi milli takım gibi ciddi bir kurumu kişiselleştiremez ve bütünü ile yönetemez. Ülkenin seçkin yüzlerce futbolcusu içinden oluşturulan bir takım, milyarlarca liralık yatırımların ve çeşitli kurumlarla, futbolseverlerin düşünce imbiğinin içinden geçirilerek oluşuyor. Özellikle geçen yıldan beri futbolun bir kaos içinde yüzdüğü ülkemizde, ne kadar darbe aldığımız, yara aldığımız gün gibi ortada. Futbol Federasyonu seçimi, şike iddiaları, saha kapatmaya varan cezalar, küfürlü tezahüratlar, futbolu sahadan, spordan çıkarıp, kapalı kapılar ardına almalar, sonuçta meclis araştırmalarına varan noktalar. "Böyle bir profilde nasıl başarıya ulaşılır?" sorusu zihinleri tırmalıyor. Hele Ersun Yanal'ın görevi daha çok kurumsal sorumluluktan çıkarıp, kişisel sorumluluk anlayışında algılaması başarı şansımızı daha da azaltıyor. Geçmişte bize kolay rakip gibi görünen ülkelerin aldıkları başarılı sonuçlara şaşırmak duygusu da işin çabası. Oynayacağımız Arnavutluk ve Gürcistan karşılaşmalarına bu olgudan bakınca yüreğim yıkılıyor. 2003'ün başarılı ülkesinin bir kaç yılda nasıl bu hallere düştüğünü görmekse insanı kahrediyor. Önümüzdeki bu iki maçtan başarı beklemek uzak bir ihtimal gibi geliyor bana. Tabii futbol bu. Gönlümüzün isteği 6 puan. Eğer gerçekleşirse verilecek sadakamız varmış diyeceğiz... Onur Belge bilir!.. Geçen pazar G.Saray maçına gidiyordum. Ali Sami Yen Stadı'na gireceğiz. Her zamanki gibi polis görev yapıyor, insanları stad dışında arıyor. Biz de arama noktasına yaklaştık, polisin önünde durduk, arasın diye. Önce "Biletiniz" dedi. Biz de basın kartımızı gösterdik. Memur hafiften kenara çekildi, "Buyurun" dedi. Bu uygulamalar Ali Sami Yen Stadı'nda yıllardır yapılır. Kimi arar, kimi de "Buyurun" der. Bunun bir gün öncesi İnönü Stadı'ndayız. Basın kapısına geldik. Bizim Erhan da basın kartımızı verdi. Boynumuza astık, oturma yerine gireceğiz. Yani büromuza. Yani evimize. O da ne? Bir polis memuru kibarca üzerimizi aramak istiyor. "Nasıl yani?.." dedim. "Emir verdiler" dedi. Peki buyurun... Polis bu emir verir, uygulama yapar, güvenlik sağlar, tamam. Yasal çerçeveler içinde... O da tamam. Ama ben evime girerken aranmak istemem. Ali Sami Yen'deki gibi olursa boynumuz kıldan ince... Eee. Nasıl olacak bu? Spor Yazarları Derneği'ne ayrılmış bu alanda nasıl olacak? Bunu bilse bilse sayın başkanımız Onur Belge bilir. Herhalde o da benim gibi bir şey bilmiyor... Gözden ırak gönülden ırak Musa Eski İstanbulsporlu, şimdi Büyükşehir Belediyesi Ankarasporlu Musa, G.Saray'ın sol kanadını felç etti maçta. Eleştirileri okur ve dinlerken G.Saray sol kanadında o gün oynayan Ergün ve Hasan Şaş, hemen hemen herkesten nasibini aldı. Ben rastlamadıysam, yazanlardan, söyleyenlerden özür dilerim. Sanki Musa o maçta yoktu. G.Saray'ın sol kanadı kendi kendine çöktü... Bizde hep böyle olur bu işler sevgili Musa... Sen ne oynarsan oyna, büyüklerden değilsin ya!.. Seni ve senin gibileri kimse görmez. Ne yapalım. Gözden ırak gönülden ırak...