Ersun Yanal'ın Milli Takım'la yolculuğu şimdi başladı. Başladı da, bir yığın felaket çığırışları ilk maçların önünde gündeme oturtuldu. Ulusoy Federasyonu'nun son günlerinde Şenol Güneş'in görevinden alınması ile Milli Takım patronluğuna getirilen Yanal, o sıralarda spor kamuoyunda son derece olumlu karşılandı. Göreve gelmesinden bir hayli önce Yanal'ın Milli Takımlar'ın başına getirilmesi için kamuoyunda oldukça baskı da vardı. Şimdi ne oldu da Yanal çok önemli maçlar öncesinde eleştiriliyor, yetersiz bulunuyor? Milli takımların kulüp takımları ile bir tutulmadığını hepiniz bilirsiniz. Kulüp takımlarının oluşması için iyi bir transfer ve takım ruhunun kurulması gerekir. Oysa milli takımlarda iyi futbolcu aramak gibi bir sorun olmaz. Patron, ülkenin en seçkin sporcularından yararlanır. Sadece takım ruhunu teknik direktör ve diğer sorumlular oluşturmaya çalışır. Şimdi ne görüyoruz? Milli Takım'ın omurgasını oluşturan futbolcular eleştiriliyor, yerin dibine sokuluyor. Hem de maçlara beş kala... Dilin kemiği yok tabii... Milli Takım'ın yaşlandığı da bir gerçek. Ne var ki, Milli Takım'daki değişim zamanında yapılmadı. Özellikle Dünya Kupası'ndaki başarıdan sonra yavaş yavaş yumuşak bir geçiş yapılmış olmalıydı. Ardından Futbol Federasyonu ve Şenol Güneş kavgasının yaşanması da bu geçiş sürecini erteledi... Şimdi bütün bu faturalar Ersun Yanal'a çıkarılmak isteniyor. Bunun mantığını anlamak da herkese zor geliyor. Yanal'ın bütün bu oyunları bozması için önünde fazla bir şansı yok. Onun bu gelişmeler içinde yapabileceği tek oluşum, biraz yaşlanmış ve aynı zamanda form düzeyleri düşük kemik kadroyla başarıya imza atabilmesi... Bunu futbolcularına anlatabilirse, bizi Dünya Kupası ve Avrupa kupalarında sırtlamış bu kadro ülke futboluna önemli bir nefes aldıracak. Eğer sonuçlar kötü giderse şimdiden ilân edilen felaketleri çok kısa bir zaman dilimi içinde yaşayacağız. Ersun Yanal, Türk futboluna kimliğini vuramadan günahsız bir şekilde gidecek ve yerine bir başkası gelecek. Şimdiden bu isim Fatih Terim olarak gazetelerde satır aralarında yer alıyor. Terim'in futbolumuza kazandırdıklarını anlatmaya gerek yok. Terim'in kariyer için Milli Takım patronluğuna ihtiyacı da yok. Asıl bize gereken, futbolcular gibi, teknik adamların da önünün açılabilmesi... Bize lâzım olan bu... Haydi çocuklar... Yolunuz açık olsun. Kapanış töreni Olimpiyatların açılış ve kapanış törenlerindeki görsellik büyük önem taşır düzenleyenler ülkeler tarafından. Atina Oyunları'nın kapanış töreni de muhteşem oldu. Seyrederken, "Acaba" dedim, "Oyunlar bizde olsaydı nasıl bir kapanış olurdu?" Doğal olarak, bu işin uzmanları mutlaka bir şeyler üretirdi. Aklıma yazın yapılan NATO toplantısının ardından gerçekleştirilen Topkapı Sarayı'ndaki tören geldi. Anadolu kültürünün binlerce yıllık renklerini hatırlayacaksınız... İnanılmaz bir rüya gibi akıp gitmişti konukların önünden... İşte sadece bu görsellik bile izleyenlerin dudaklarını uçuklatırdı... Sadece bu bile Atina'daki törenden çok daha muhteşemdi. Böylesine kaynak, böylesine güzellikler bu ülkede varken neden büyük organizasyonlara imza atamıyoruz? Biraz düşünelim... Düşünelim de hatalarımızı görelim... Bunları başarmanın en önemli ayrıntıları kendimizi tanımaktan geçiyor... İstediğimizde herşeyi kolayca başarabiliyoruz. Adalar'dan yaza veda Yaz bitiyor ya, insanın kimyası da değişiyor. Değişmesin de ne olsun? Okullar açılacak, masraflar artacak, yağmurlar, karlar gelecek, izinler bitip daha şimdiden gelecek yılın tatilleri hesaplanacak. Say, hiç durmadan say. Daha pek çok şey... Ben moralimi bozmamaya çalışıyorum. Herşeye rağmen soğuk mevsimlerde de insan moralini yüksek tutabilir... Hele Büyükada'daki bisiklet turlarından sonra... Arkadaşım eczacı Kaya Süer'in bir evi var adada. Sık sık giderim oraya... Sohbet genelde ada üzerine olur... Bir gün bana dedi ki, "Gel, bisiklete binelim..." "Bu yaşta mı?" diye sordum. "Evet" dedi. "Büyük tur atarız, senelerdir merak ederim..." İskelede kiraladık bisikletleri ve başladık pedallamaya... Yokuşlar gelince dilimiz dışarıda tabii. Kaya'dan bir ses "Dönelim..." Benden cevap "Sen istedin, yok öyle şey, bas pedala..." Bisiklet bahane, pedala bastıkça al sana spor. Hadi spor da bahane... Aman aman o ne güzellik?.. Çam kokuları, o yetmiyor, adını sanını bilmediğimiz çiçek ve bitki kokuları, kıyıların inanılmaz güzellikleri... Faytonlarda gezenlerin, tur atanların, dayanılmaz keyifleri.... Anlatılacak gibi değil. Yalnız faytonlarda dikkatimi çeken sevgililerin utangaç bir biçimde oturmaları oldu... Öyle ya, gönüllerince konuşamıyorlar... Konuşsalar sürücü duyacak. Ey faytoncular, buna bir çare bulun. Bunların hepsi bahane sevgili okuyucular... Siz siz olun, kendinize bir eğlence bulun. Kış da olsa, yaz da olsa, gönlünüzce yaşamaya bakın. Şimdi biz Kaya ile kışın adaya gidip bisiklete binmeye karar verdik. Bakalım yapabilecek miyiz?