Geçirdiğim cerrahi müdahale sebebi ile, bir aya yakın yazı yazamadım. Halbuki o sürede de, Türkiye'de çok önemli gelişmeler oldu; bir yazar için bu konularda yazmamak, ameliyatın acıları kadar büyük ıstırap konusu... Şimdi köşeme ve okuyucularıma kavuştum. Allah izin verdiği sürece, ayakta kalabildiğim ve gücüm yettiği kadar, Türkiyemiz için mücadeleme devam edeceğim! Dipteki balçık İnsan hareketsiz yatarken bazı konuları daha iyi düşünmek ve değerlendirmek imkanını buluyor.. Mesela ülkemizin bugün içinde bulunduğu durumu! Özetle: Yetmiş sekiz yaşındayım; ülkenin geçirdiği çoğu badireleri yaşadım. Bundan daha kötü bir dönemi hatırlamıyorum. En karanlık günlerde dahi tünelin ucunda bir umut ışığı vardı. Ayaklarımızı dibe vurup su yüzüne çıkmayı başarmıştık. Şimdi ayaklarımızı dibe de vursak, dipteki balçığa saplanmak tehlikesi var. Fakat gene de tam bir umutsuzluğa ve karamsarlığa düşmeyi de ne kendime ne de milletimin büyüklüğüne ve gerçek gücüne yakıştıramıyorum. Türk milleti, tarihi boyunca, Ergenekon'dan beri, en karanlık ve umutsuz günlerinde bile kurtuluş yolunu ve bu yolu açacak önderlerini bulmuştur. Bence, çözümsüzlüktür. Daha doğrusu yapay ve dayatma çözümleri reddedip kendi özünü bulmaktadır kurtuluşun yolu. Yeter ki o özü kaybetmemiş, daha doğrusu kaybettirilmemiş olalım... 30 Ağustos Zafer Bayramını kutlamak vesilesiyle, 19 Mayıs 1919'dan 1922'deki Zafere giden yolun hikayesini ve anılarını yeniden hatırladık.. Bütün dünyanın ve Avrupa'nın karşımızda olduğu en umutsuz günlerde, Mustafa Kemal ve bir avuç arkadaşının bütün yokluk ve imkansızlıklara rağmen, kendi içimizeki bozgunculara, Avrupa işbirlikçilerine karşı, nasıl sağladıklarını gerçekçi belgesellerde izledik. Gelecek ay Cumhuriyetin 78 yıldönümünü gene günlük büyük sözlerle kutlayacağız. Atatürk'e Cumhuriyete övgüler döşeyeceğiz. Ama düşünelim; bugün o günlerden ne kaldı? Uğruna büyük mücadele verilen milli haysiyet, milli egemenlik, ülkenin birlik ve bütünlüğü ve Atatürk İlkeleri bir yabancı derginin acı benzetmesinde olduğu gibi, Atatürk'ün sofrasından arta kalan, bayat bir avuç sarı leblebi gibi, müzelik mi oldu?. Güya Atatürkçüler, her yıldönümünde veya yazılarında da söz rüşveti verseler dahi ne kadar inançlılar, ne derece samimiler? Ama hemen arkasından zaman tünelinden hızla geçerek medyada her gün sergilenen bugünlere geliverdik. Yetmiş dokuz yılda, toplumda, düşüncelerde, şartlarda bazı değişiklikler olacağı tabii idi ama insaf edin, önce toplum ahlakı her akşam Televizyonlarda ve gazete sayfalarında sergilendiği gibi neden ve nasıl yozlaştı ve bozuldu? Kurtuluşu kendi özümüzde aramak yerine 1919'da bazılarını Avrupa ile işbirliğinde aramak, dayatmalarına boyun eğmek veya ehveni şer diye Amerikan mandasını istemekte aramak yerine, milli egemenliğimiz pahasına Avrupa Birliği'ne üyelik dilemekte ve IMF'de arıyoruz. Ve ne acıdır ki, öylesine şartlandırılmışız ki, bunlara karşı çıkmak, Türkiye'nin yolunu kesmek adeta vatana ihanet addediliyor. Sanki Türkiye'nin, Türklüğün değişmez kaderi Avrupa Birliği'ne her ne pahasına olursa olsun üye olmak! Tek umut kaynağı: TSK Türkiye Cumhuriyetinin ve Türklüğün bekasının son sigortası olan Türk Silahlı Kuvvetleri bile, dünya ve de liboşlar, "Ordu Türkiye'nin geleceğine engel oluyor" suçlamasını bertaraf etmek için AB'ye girmenin Atatürk'ün çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak olduğunu ifade etmek hatta "Ordu AB'ye karşıdır diyenler çarpılır" demek ihtiyacını duyuyorlar. Ben Sayın Orgeneral Büyükanıt'ın bu sözlerinin çerçeve dışına çıkarılmış olduğuna inanıyorum: Ben komutanlarımızın Ulusal Güvenliğimiz, milli birliğimiz ve bu birliğin milliyetçilik ve tek dil konusunda ve de Kıbrıs'ta tavizler hususunda teslimiyetçi olacaklarına inanmıyorum. AB kriterlerinin ve bunları milli egemenliğimize rağmen kabul etmenin Atatürk'ün direktifleri olamayacağını en iyi bilen ve takdir edecekler değerli Komutanlarımızdır. Her konuşmasında milli egemeliğin paylaşılamayacağını, milli birliği ve milliyetçiliği vurgulamış olan Atatürk'ün "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak" için bu ilkelerinden fedakârlık edebileceği, defettiği Sevr dayatmasının hortlamasına razı olabileceği düşünülemez bile! Tereddütleri olanlar Atatürk'ün "Gençliğe Hitabe"sini yeniden okusunlar! Avrupa treni "Avrupa trenini kaçıracağız" diye dövünüyorlar. Aslında kaçırılacak olan trenin kendisi ve vagonları değil belki römorkuna ucundan ilişmemiz. Avrupalılar on yılda mı olur onbeş yılda mı olur belki de bizi römorka almak umuduyla oyalarlarken Türklüğün bekasını sağlayacak bütün savunma kalkanlarımızı yok etmek. Bunun için de tıpkı 1919'da olduğu gibi Erol Manisalı'nın deyimiyle, aramızdaki politikadaki, medyadaki birtakım paralı askerleri kullanıyorlar. Bunların ve bazı rant bağlantılı iş adamlarının dedikleri de "Artık zaman ve şartlar değişti." Bunalımdan kurtulmanın tek çaresi AB ve IMF'ye ram olmak! Maalesef kamuoyu da böyle şartlandırılmış durumda. Ben ve bazılarımız, içtenlikle, şu meşhur "Avrupa trenini kaçıralım" ve belki böylelikle kendi özümüze döner dipte kalan sert bir yerleri bulup ayaklarımızı vurup yukarı çıkarız diye düşünüyoruz. Allah aşkınıza, dönüp dolaşıp bu noktaya gelecek idi isek, Milli Mücadeleyi boşuna mı yaptık. 30 Ağustos Zaferini boşuna mı kazandık. Cumhuriyeti boşuna mı kurduk? Ankara'daki ANITKABİR bütün anlam ve kitabeleri ile tarihteki başka kalıntılar gibi sadece arkeolojik bir hatıra olarak mı kalacak? TBMM Anayasa değişikliklerini ele alırken bu soruları da düşünmek gerekiyor.