Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, Anayasa değişiklikleri üzerinde çalışan Uzlaşma Komisyonu, 51 maddenin 37'si üzerinde "uzlaşmaya" varmış. Bu değişikliklerin on-onbeş gün içinde -1 Temmuz'da başlayacak tatilden önce- çıkması isteniyormuş. Bu, pek mümkün görünmüyor; önce Koalisyon liderleri tarafından tartışılması, onların da "uzlaşmaları" ve sonra Anayasa komisyonunda görüşülmesi gerekecek. Komisyondaki "uzlaşmanın" ne menem bir uzlaşma olduğunu ve MHP'lilerin özellikle "ana dillerde" (yani Kürtçe) radyo-TV yayınları ve eğitim konusundaki, formüle razı olup olmadığını çok merak ediyorum. Baş tasa Anayasa mı? Sevgili dostum Hasan Pulur'un sorduğu gibi, bunca güncel ve hayati sorun varken, bugün başlıca "tasa Anayasa mı?" Bu, gayretkeşlik ve telaş neden? Herhalde, birileri, Avrupa Birliğini hoşnut etmek için, değişiklikleri oldu-bittiye getirmek istiyorlar. Oysa, devletimizin temel taşı, yerinden böyle çabucak kıpırtatılacak bir nesne değil. Kaldı ki, Avrupalıların bu dikte ettikleri kriterlere uyacak tadilatı yapsak bile, bizi hemen kulüplerine almak hususunda telaşları hiç yok, niyetleri de şaibeli. Anayasanın 51 maddesinin, Avrupa Birliği kriterlerine göre değiştirilmesi, eğer gerçekleşirse, Atatürk'ün kurduğu ve tek olarak "ilelebet payidar olmasını" istediği Türkiye Cumhuriyeti'nin altına, saatli değil "dakikalı" bombalar konmuş olacak. Bunların en önemlisi Kürtçe eğitim, radyo ve TV yayınlarına, resmi dil ve ana diller arasında ayırım yaparak kapıyı açacak olan formül. Liboşlarımız bunu insan hakları ve demokrasi açısından, insanların ana dillerini konuşmaları özgürlüğü olarak veya çok sathi olarak, "her evin damındaki çanak antenlerden, başka Kürtçe yayınları izlemek mümkünken yasağın manasız olacağı" şeklinde algılıyorlar. Mesele o kadar basit ve yalınkat değil... Hasan Cemal Öteden beri kafasını dil konusuna takmış olan Hasan Cemal kardeşimiz, son Güneydoğu gezisinden çıkardığı köşe yazıları arasında bölgedeki askerlerin, dil konusunda gerçekleri dile getirdiklerini, özellikle PKK'nın ve HADEP'in "dili" Kürt milliyetçiliğini geliştirmek için, siyasal amaçlarla kullandıklarını anlatıyor, ama pek tatmin olmuş da görünmüyor. Diğer izlenimleri arasında -HADEP'le PKK arasındaki bağları kabul etmesine rağmen- gene de bir HADEP'linin "Türkiye AB'ye girerse bölünme korkusu kalmayacak" demesine daha yakın. Belki de bu yıl başındaki yazılarından birinde, AB'ye girersek bölünemeyeceğimizi kendisi de ifade ettiği için... Oysa, AB'ye girersek belki hakikaten korku kalmayacak. Çünkü fiilen bölünmüş olacağız! Bu, Avrpa Birliği içinde bölünmeyeceğimiz iddiası da aslında dikkatle ele alınması gereken bir konu. Fransa bile Avrupa Birliği, yakın gelecekte, eğer Almanların istedikleri gibi "ademi merkeziyetçi" Federal bir süper devlet olacak endişesi ile kendi "milli devletlerini" korumak istiyorlar. İngiltere'de de böyle bir Federasyon içinde İngiltere'nin bağımsızlığını kaybetmesinden endişe edenler çok. Pekala; biz şimdi, AB'nin ilerde tam nasıl bir şekil alacağını bilmeden, Anayasamızı hangi kriterlere göre, alelacele değiştireceğiz? İngitere'nin "sol liboş "Başbakanı Tony Blair yönetiminde, milli egemenlik haklarından tavizler vermesi ve İskoçya'nın Galler'in ve Kuzey İrlanda'nın özerkleşmelerini desteklemesi üzerine, Britanya'nın tabutuna ilk çivilerin çakıldığını, Avrupa Birliği'nin, Federal bir süper devlet haline gelmesi ile tabuta son çivinin de çakılacağını yazmıştı. Bu tehlike Türkiye için de hem dil konusundaki tavizler hem de giderek Prens Sabahattin'den beri direndiğimiz "ademi merkeziyetçilik" sisteminin, bölgelere kültürden başlayarak özerklik verilerek kabulü ile varit olacaktır. Asıl sorular Son tahlilde iş, Anayasa değişiklikleri ele alınırken, şu soruların acilen cevaplandırılmasını zorluyor: "Evvela Türkiye'nin AB'den başka hiçbir seçeneği yok mudur? Sonra da, en önemlisi, "TÜRKİYE CUMHURİYETİ" Atatürk'ün kurduğu bağımsız, egemen devlet olarak mı kalacaktır, yoksa bir Avrupa Federasyonu içinde eritilecek midir? Ve tabii bu federe devlette, hakim unsur kimler olacaktır? Eğer tercih, Avrupa Federasyonu içinde, bir "Türk Devleti" bile değil de belki de "Anadolu Devleti" olmaktan yana ise, bu tercihi yapanlar, söz rüşveti kabilinden, Atatürkçülük'ten, Atatürk ilkelerine bağlılık sözlerinden vazgeçmelidirler. Çünkü herşeyden evvel, Atatürk'ün murad ettiği "çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak" kesinlikle bu değildi!