Ölüm hepimiz için alın yazısı, ama ah, ayrılık olmasa idi! Bir yazar, ölümleri, savaşlardaki cephe taarruzlarına benzetmiş; ön saftakiler, makineli tüfek ateşi yemişçesine, sapır sapır dökülüp, gidiyorlar! Sıra arka sıralardakilere geliyor ve böylece sürüp gidiyor. Bu satırları yazmama sebep eski bir dostun, bir "ağabeyin", centilmen insan, eski Hariciyeci Enver Özalp'in bir huzurevinde öldüğünü ve hemen, adeta sessizce gömüldüğünü haber almam! Eski TBMM Başkanlarından ve Atatürk'ün Milli Mücadele silah arkadaşlarından (Köprülü) Kazım Paşa'nın oğlu Enver Özalp'i şimdi pek az kişi hatırlar. Ama, o bir zamanlar İstanbul ve Ankara'nın çok renkli bir siması, genç kızların gözdesi idi. Dışişleri Bakanlığında meslek memuru olarak Baş Konsolosluğa kadar yükseldikten sonra emekli oldu ve rahatsızlanıp bir Huzurevine konulana kadar, kendisine ve giyimine büyük bir itina göstererek dimdik yaşadı. Çok vatansever ve milliyetçi idi. Son zamanlardaki gelişmeler ve olaylar onu çok üzüyordu. Enver ağabey, bir yıl önce onu son gördüğümde: "Altemur bunların olacağını hiç tahmin eder mi idik" diye hayıflanıyordu ve galiba, son nefesine kadar da memleketin haline üzüldü. Herhalde, parlak, renkli yaşamı çok da konforlu olsa bile, bir huzurevinde yapayalnız ölümü ile çelişkili oldu. Galiba insanlar kendi çevrelerinden, alıştıkları muhit ve mekanlardan kopunca, hayattan daha çabuk göçüyorlar. Enver Özalp, geride bir erkek evlat ve kardeşlerini, çocukluk arkadaşlarım Profesör Teoman Özalp'i, Güner Özalp'i ve Neriman (Özalp) Sirer Ablamızı bıraktı. Eski bir fotoğraf Ve şimdi masamın üzerinde eski bir fotoğraf var: Kız kardeşi Neriman'ın, eski Milli Eğitim Bakanlarından Reşat Şemsettin Sirer'le, Dolmabahçe Sarayı'nın büyük avizeli, muayede salonunda, Atatürk'ün huzurunda yapılan düğününde de çekilmiş bir fotoğraf. Genç Enver ağabey de orada ayakta. Biz çocuklar,Teoman, Güner vb. yerlere oturmuşuz. Biz çok mutlu bir kuşaktık. O fotoğrafta da, sonra olacaklardan, ülkemizin başına geleceklerden habersiz, Atatürk başımızda oldukça herşeyin iyi olacağına inanmış, huzur ve neşe içindeydik. Galiba dört yıl sonra, 1938'de, Dolmabahçe Sarayı'nın aynı muayede salonunda, aynı büyük avizenin altında kurulan katafalkta, Atatürk'ün alsancağa sarılı tabutunun önünden ağlayarak geçeceğimizi o gün nasıl bilebilirdik ki! Hiçbir şey eski fotoğraflardaki gibi kalmıyor. Yakışıklı, delişmen Enver ağabey de aynı kalmamıştı. Ülke de aynı kalmadı! Politik dürüstlük Dünya da hiç aynı kalmadı. Şimdi sıkı durun, evrensel liboşların yeni bir marifeti gündemde! Bunlar anneler ve babalar gününün kutlanmasının kaldırılmasını "politik dürüstlük" uğruna, yani 1980'lerde patlak veren bu ukalalık uğruna. Neymiş, anaları babaları anmak, evlilik dışı çocukları ve özellikle ebeveynleri eşcinsel olan ve erkek erkeğe veya kadın kadına yaşayanların, normal ana veya babaları bulunmayan çocuklarının ruh sağlıklarını rahatsız ve taciz edermiş. Dedim ya, neticede Amerika'yı Rusya veya Çin çökertmeyecek, "politik dürüstlük" gibi sapık modalar çökertecek. Traji-komik boyutlara varan bu "politik dürüstlük" efsanesini ilerde daha geniş bir şekilde ele almak istiyorum. GÜNÜN FİKİR KIRINTISI "İskambil oyunu sona erince bütün kartlar aynı kutuya konur!" *İtalyan Atasözü