ABD Başkanının Avrupa'daki bir haftalık temaslarından uzlaşma değil, önemli konularda niçin uzlaşılamayacağı ortaya çıktı. Siz yatıştırıcı sözlere bakmayın; bu gezi uyuşma ve uzlaşma sağlamamış, aksine tartışma hatlarını belli etrmiştir. Kısacası, burunlarından kıl aldırmayan ukala ve pembe-liberal Avrupalıların, gerçekçi ve muhafazakar Bush'u ve bugünkü ABD yönetiminin realist endişelerini anlamaya pek niyetleri yoktur. Bush'un Avrupa serencamının -başına gelenlerin- gerçek yüzü, daha doğrusu arka planı belli oldukça Avrupalılarla, Bush yönetimindeki Amerika arasındaki derin fay hattı da belirginleşiyor. Bundan sonra, liberallerin dışındaki gerçek Amerikan kamuoyundan Avrupa'ya karşı anlayış ve yumuşama beklemeyin. Sonuna kadar uzlaşma arayan Bush'un ve yönetiminin de balistik füzeler, çevre konusundakı Kyoto Protokolü ve ölüm cezası konusundaki ilkelerinden gevşemeleri beklenmemeli; aksine! Kökler eski Bir defa, Avrupa'daki Amerikan aleyhtarlığı hatta düşmanlığı kökleri hem daha eskiye, "Çirkin Amerikalı" imajına kadar giden bir duygu. Avrupalılar, Amerika'nın askeri gücünden, aşağıladıkları kültüründen, dilinden, terimlerinden, teknolojisinden yararlanırlar, yararlanmışlardır ama hasetten, kıskançlıktan ve snopluktan dolayı, Amerikalıları hep küçük görürler. N.Y. Times yazarı Thomas Friedman'ın dediği gibi "Amerika'nın yaptıklarına, yapmadıklarına ve yapacaklarına değil, bizatihi Amerika'ya karşıdırlar!" Hem bir hakikat daha var; bugünkü Avrupa liderlerinin çoğu gençliklerinde ABD Büyükelçiliklerinin önünde "Yankee Go Home" diye bağıranlardı! Bunlar Clinton hariç bütün diğer ABD Başkanlarına karşı tavır almışlardır. Saksofon çalan, güzel tatlı konuşan Clinton fazla ilke sahibi olmadığı ve kolay tavizler verdiği için, Çinlilerden, Kuzey Korelilerden Arafat'a kadar herkesin nabzına göre şerbet verdiği için Avrupalılarca sevilmişti. Ama Amerika için somut bir kazanç da elde edememişti. Bugün artık Clinton yok: tipik düşündüğü gibi açık, bazılarına göre patavatsız ama dürüst, Amerika'nın gerçek çıkarlarını korumaya çalışan, Teksaslı bir Başkan var. Füzeler ve Kyoto Bu yazımda balistik füzeler ve Kyoto Çevre Protokolü'nün ayrıntılarına girmek istemiyorum. Yalnız 1972'de eski Sovyet Rusya ile yapılan ABM antlaşmasının pamuk ipliğine bağlı bir dehşet dengesı kurduğu ve bugünün tehlike ve ihtiyaçlarına cevap vermediği ortada. Bugünün ihtiyaçları arasında, sadece Kuzey Kore, İran, Irak gibi "haydut ülkelerin" yapabilecekleri korsan füze saldırılarına karşı tedbirler alınması değil; kimsenin hatta ABD'nin açıkça telaffuz etmemesine rağmen, asıl Çin ve Rus füzelerinin tehdidi hâlâ var. Rus tehdidini, ne eski ABM antlaşmaları ile ne de Amerika'nın sureta istediği gibi Moskova'yı yeni füze kalkanlarının geliştirilmesine ortak etmekle bertaraf edilemeyeceğini Avrupalılar bilmiyorlarsa, liberaller farketmiyorlarsa ABD yönetimi biliyor. Rusya'nın güya demokratlaşsa bile bir tehdit olmaktan çıktığına inanmak için ya budala ve gafil, ya da pembe liberal olmak lazım. Putin'in, sinsice demokrasiden uzaklaştığı ve demir yumruğunu hazırladığı belli. Bence, Rusya bugün Hitler'i iktidara getiren Weimar Cumhuriyeti dönemine benzer bir durumda. Bu son gelişmelerin aslında, bizim de niçin bu Avrupalılarla uyuşmamızın pek mümkün olamayacağını ve bu durumda geleceğimizi ihtiyatlı da olsa Amerika'ya bağlamamız gerektiğini ortaya koyuyor. Tabii bütün çıkarlarımızın Amerika ile de tamamıyla çakışması mümkün değil ama çakışanlar, Avrupa ile hiç çakışmayanlardan çok fazla! Haberlere göre NATO toplantısında Bush'un "Füze Kalkanı" konusundaki önerilerine Çek Başkanı Havel ve İtalyan Başbakanı Berlusconi arka çıkmışlar. Acaba bu konuda Ecevit ne dedi? Bu konunun bizim için hayati önemi var! Hangi Avrupa? Biz hâlâ AB'ye kabul edilmek için ıkınaduralım, hatta Anayasamızı değiştirmek için milli egemenliğimizi son zerresine kadar feda etmeye hazırlanalım, onlar bizi oltalarının ucunda ilanihaye oyalayacaklardır. Hem Avrupalıların bizi aralarına almaya niyetlerı yok. Sakın bu bizim kabahatimiz demeyin; bu tavrın bizimle ilgisi yok! Hem katılmak istediğimiz hangi Avrupa? Almanya'nın hegemonyası altında, ulus devletleri silecek bir Schroederland mı, yoksa Fransızların kafalarındaki Federal devlet mi? Ve bu Avrupa'yı kim temsil ediyor, namına kimler konuşuyor? Kadıköy kadar yüzölçümü olan Lüksemburg'un Başbakanı Jacques Poos mu, Türkiye'ye yol gösterecek? Fuhuş, sapıklık ve uyuşturucu bataklığındaki Hollanda mı? Avrupa'ya güya şekil verecek Nis anlaşmasını yeni veto eden İrlanda mı? Yoksa Kaf dağındaki burunlarından kıl aldırmayan küstah İsveçliler mi? Bakın, İsveç'in Başbakanı Goran Persson, baklayı ağzında çıkarmış: "Avrupa'yı ABD'nin hegemonyasından kurtarmak için geliştirmeliyiz" Nasıl kuvvetlenecekler? Gene ABD'nin desteği hatta bizim de bu ordularına evet dememizle.. Yağma yok! Muhakkak başka bir dünya vardır ve biz de yerimizi orada alırız. GÜNÜN FİKİR KIRINTISI "Bugün asıl büyük tehlike, Avrupa'daki Amerikan karşıtlığı değil, Amerika'nın eski Amerika olmaktan-hür dünyayı ayakta tutmak için kendi çıkarlarının gerektiğinden fazla bedel ödemekten vazgeçmesidir." THOMAS L.FRIEDMAN