"Ermeni Meselesi", Kıbrıs sorunu gibi gazetecilik ve memleket hizmetimin yarım yüzyılı geçen zamanında hayatımla girift oldu. Benim, bu konularda ABD Televizyon ve Radyolarında yaptığım mücadeleye, Amerika'da ASALA evime ve TÜRKEVİ'ne bombalarla mukabele etti. Benim hafta sonunda mektuplarımı almak için mutaden geldiğim sıraya göre ayarlanmış olan bir otomobile yerleştirilmiş TNT kalıplarının patlamasından Allahın lütfu, kıl payı kurtuldım. Evime yerleştirilen bombayı New York polisi etkisiz hale getirdi. Bir hafta evimizde polislerin muhafazası altında yaşadık. Elli kadar diplomatımızı öldüren aşırı Ermenilere karşı kişisel mücadelem, Öcalan'a ve PKK'ya ve THKP'ye, tehditlerden yılmadan yapmakta olduğum mücadele olarak helal olsun! İlk ağızdan Ermeni komitacılarının Türklere nasıl kıydıklarını, Maraş'ta, kadın ve çocukları bir camiye doldurup yakmalarının hemen üzerine giden Kuvayı Milliye Komutanı Babam Kılıç Ali'den, Erzurumlu bir yakınımızın, ölmeden evvel geceleri kalkıp kalkıp "Ermeniler geliyor" diye kaçmasından -ilk ağızdan- bilirim. Bunun için şimdi fay hattının öte tarafındaki kıytırıkların yaptıkları gibi "Tarihimizle yüzleşelim" demeye kalkmasın. Kimse de bu konunun Ermeni bilim adamlarıyla uzlaşarak çözüleceğini de sanmasın. Onlarda kuyruk acısı, bizde evlat acısı oldukça, bizim "suçluluğumuzu" nasıl olacaksa kabul etmemizle de çözülmezse rafa kaldırılmalı. Bana da bu konuda yazmaktan gına geldi. Haluk Şahin'in Haluk Şahin arkadaşım, yetenekli Ermeni yönetmen Agopyan'ın yaptığı ve bütün dünyada yakında vizyona girecek olan ve herhalde Van bölgesindeki katliamlarımızı canlandıracak olan filme hoşgörü ile bakıyor. "Durun filmi bir görelim de..." diyor Belki de, o da modaya uyarak: "Tarihimizle yüzleşmemize hizmet eder" diye düşünüyor... Ben bu filmin Midnight Express filmi kadar bize ve imajımıza, tamir edilmez zarar vereceğine inanıyorum. Amerika'da iken o "Gece Yarısı Ekspresi" filminin aslında da eşcinsel olan "kahramanı" olan Billy Hayes'le birkaç defa yüzleşmiş, yalanlarını yüzüne vurmuştum, ama para etmedi. Herhalde artık bu yaşımda, bu konuda yeni "seferler" açacak da değilim. Hele Ermeni meselesinden de gına geldi! Bunu söylerken buradaki bir ikileme, Türkiye'ye her zaman sadık kalmış Ermeni vatandaşlarımız olduğuna işaret etmeliyim. Sınıf arkadaşım Arto Ayvazyan acı acı müfrit olan oğullarını işaret ederek: "Bu cahillere laf anlatamıyorum" diye dert yanmıştı. Yapmamız gereken... Ben burada asıl bizim filmimizi yapmamız gereken gerçek bir öyküyü dile getirmek isterim. İstanbul'da mütarekenin başında Bosna kökenli bir Türk ailesinin küçük kızını İstanbul'daki bir okuldan Ermeni çocuklarıyla karıştırıp Fransa'ya götürürler ve Ermeni yaparlar, çok müfrit bir Ermeni ile evlendirirler. Kız, şuurunun derinliklerinde Türk ve hep Türkleri aşağılayan müfrit kocasının baskısından korktuğu için ancak o öldükten sonra kızına ve Fransız kocasına açıklıyor. Damat Türkiye'ye gelip beni akrabam Orhan Akyavaş'ın (Aziz Akyavaş'ın merhum babası) yardımıyla kızın Söke'deki ailesini buluyor. Ve artık Türklüğüne kavuşan hanım ve kzı ailelerine ve Türklüğe kavuşuyorlar. Asıl filmi yapılacak senaryo da bu! Senaryo da yazılmış, rafta duruyor.