ABD Başkanı Bush'un terör konusundaki sözlerini ben de ülkemiz açısından söyliyeyim: "Ya terörün karşısında, ya da terörün yanındasınız!" Orta yol, çifte ölçü olamaz. "Benim teröristim iyi, seninki kötü" diyemezsiniz.. Ülkemizde ve bizim şartlarımızda da, Mısırçarşısına bomba koyanları, PKK'ya DHKP'ye para yardımı toplayan kör avukatları ve de sözde F Tipi cezaevlerini protesto için sürdürülmekte olan "Ölüm Oruçları"nı bahane ederek, İstanbul'un göbeğinde, Boğaza manzaralı 'Küçük Armutlu' gece kondularını TC Devletine meydan okuyan, bir "kurtarılmış bölge" haline getiren maskeli DHKP militanlarını koruma altına alamaz, mazur gösteremezsiniz! Bu meydan okumaya, aylardır gereken radikal mukabeleyi yapmayan Devlet, maalesef aczini göstermiştir, gereken o idi ki devlet bütün gücü ve "haklılığı" ile oraya girsin, bu fesat yuvasını kökünden temizlesin.. Ne var ki bu "demokrasi, insan hakları" diye yapılamamıştı. Muhakkak, Pavlov reaksiyonu ile her vesile ile Polisi suçlayan liboş takımının tepkilerinden çekiniliyordu. Ama geçen hafta, nihayet özellikle DHKP'nin ve muhtemelen PKK'nın üs kurdukları TAYAD destekli bu bölgeye, barikatları yıkarak girdiler. Bir "ölüm orucu" evini ortadan kaldırdılar, devletin aczine "bir nebze" nihayet verdiler.. Barikatlar duruyor Ama gelin görün ki, memnuniyetim yarıda kaldı. Meşhur idare-i maslahat ve acz devam ediyormuş.. Küçük Armutlu'da maskeli haydutlar hâlâ barikatlarda ve devlet güçleri hâlâ beklemede. Kısacası devletin aczi sürüyor mu? Sebep de medyada "Molotof kokteylleri atanlara karşı polis ateş etti mi?" diye soruşturanların tepkilerinden çekinmeleri! Polisler yakılacak ama bu bombaları atan maskeli DHKP veya PKK teröristlerine mukabele edilmeyecek, İstanbul'un ortasında kurtrarılmış bir terör bölgesi yıkılamayacak çünkü "insan hakları ve özgürlük" var! Ne âlâ memleket ve ne güzel bir mantık! Küçük Armutlu da masum insanlar da yaşıyor ama devlet habis tümörü temizlerken onları da, "ölüm oruçları"na zorlananları da ayırıp kurtarmak dirayet ve gücünü gösteremez mi? Devlet elindeki bütün imkanları kullanarak bir fesat yuvasını ortadan kaldıramaz mı? Düşünün; koca devlet maskelı haydutlarla -Fehriye Erdalın ve Dursun Karataşın örgütü ile bağlantılı terör örgütü ile bıraktık, Belçika'yı, Türkiye'de başa çıkamıyor! Maksat ne? Hem intihar edenlerin -daha doğrusu onları sevkedenlerin, azmettirenlerin maksatları ne? Güya cezaevlerin, her türlü muzurluğun zemini olan "Kurtarılmış bölge düzenini önleyecek olan modern cezaevlerine mani olmak. Bu kurtarılmış bölgelerde fesatlarına devam etmelerıne imkan vermek. Bir köşe yazarı... "ölüm orucu" tutanlara "Yapmayın; sizin eylemlerinizin etki yapmasına ortam müsait değil "öğüdünü veriyor. Yani zımnen eylemlerini haklı buluyor... Çoğu liboşlarımız gibi!. Teröristlerin başlıca maksatları medya vasıtası ile eylemlerini ve maksatlarını kamuoyuna duyurmaktır. Bunun için de, İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher, "onların bu oksijen kaynağını kesmek gerekir" demiş. Şimdi ölüm oruçları organizatörleri İntermeti ve medyayı kullanarak bütün dünyada kampanya sürdürüyorlar. Ve TAYAD ile DHKP İnternette Türk Devletine kin kusmakta. O kadar etkililer ki- ve Türkiyede de liboş takımının da koruması o kadar büyük ki Amerika'nın NY TIMES gazetesinin Pazar ekinde "ölüm orucu"ndaki bir kadının, salya sümük öyküsü anlatılıyor. Bu işin aslının ne olduğu, zavallı insanların "ölüm oruçları" gibi insanlık dışı bir eyleme, Amerika'daki hedefleri uçakla vuran intihar komandoları gibi şartlandırıldıkları unutturularak!. Her iki eylemi de tasvib etmek hatta bazı doktorların, intiharlara müdahale etmek "etik" değil demelerini tasvib etmek mümkün mü? İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir, bu oksijeni kesmek ve "ölüm oruçları"nın teşvikini önlemek için tedbirler uygulmış. Ama Basın Konseyimizin Genel Sekreteri Dr. Vedat Demir, bu yerinde tedbirleri "halkın haber alma hakkını" engellemek ve "gerçekleri halktan gizlemeye çalışmak" diye kınıyor. Acaba şimdi terörün gerçek yüzü. 11 Eylülden sonra da ortaya çıkınca, "halkın haber almak" hakkı ile "teröristlere destek olmak veya olacak şekilde yayın yapmak" arasındaki çizgi daha belirginleşmiyor mu? Teröristlerin bildirgelerini yayınlayarak onlara hizmet edildiğini, Medyanın kendisi görmeyecek ve bu sorumluluğu kendiliğinden duymayacak mı?