Hangi kesimden olursa olsun, resmi veya özel, kime rastlasam, ya açıkça ya da fısıldayarak, ortaklaşa; "Bu böyle gitmez!" diyorlar.. Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu bunalım, aslında mali ve ekonomik olmaktan, hatta güncel "siyasi" olmaktan öte, Devlet Bahçeli'nin teşhis ettiği gibi, çok "derin bir kriz!" Öksüz gitse, MHP gitse, Derviş ağzı ile kuş tutsa, çok derin, yapısal faktörler yüzünden, "bu böyle gitmeyecek..." Yılların -bence '60'lı yıllardan beri- ihmalleri, sarsıntıları, sistemin çürümesi, değerlerin altüst edilmesi bizi bu günlere getirmiştir.. Bugün yönetim laçkadır. Ne tutsanız elinizde kalıyor. Bürokraside yolsuzluklardan, öte çalışma şevki, iş yapma inisiyatifi kalmamıştır. Partilere ve TBMM'ye güven kalmamıştır. Eylülde Meclis açılınca çözüm bekleyen sorunlar ve radikal anayasa değişiklikleri, hiç bu ortamda çözülebilir, gerçekleşebilir mi? Bir bakan kazaen öksürse, dağılmak tehlikesi geçiren "Pamuk ipliğine bağlı" koalisyon, Başbakan'ın azmine, Bahçeli'nın fedakârlıklarına rağmen daha ne kadar dayanabilir? En önemlisi hayat pahalılığının ve ümitsizliklerin tahrik ettiği, sınıflar arasındaki farkların derin uçurumlar haline geldiği toplumda, patlamalar kaçınılmazdır.. Gerçekten halkın büyük kısmı büyük sıkıntılar içinde. Ancak... Uzun bir ayrılık esnasında, Türkiye'deki olayları çok yakından takip ettim; ben de "Bu böyle gidemez!" diyordum ve de ülkeye döndüğümde bütün kesimleri ıstırap ve sıkıntı içinde bulacağımı düşünüyordum. Ne var ki, şimdi -bir mutlu azınlığın, bir taraftan ekonomi konusunda timsah gözyaşları dökerken, her gece her yerde magazin sayfalarına yansıyan "vur patlasın çal oynasın" davranışları insana ister istemez Pompei'nin son günlerini hatırlatıyor. New York Times gazetesinde Douglas Frantz bu durumu gerçekçi bir şekilde teşhis etmiş, sosyal patlamalar olabileceğini yazmış. Bu sorumsuzluklar sosyal patlamaların unsurlarıdır. Ne olacak Velhasıl. Herşey radikal çözümleri gerektiriyor. Ama bu yolda inisiyatif gösteren yok. Herkes "Godo'yu" bekler gibi... Demokrasilerde, bu gibi sıkışma ve bunalımlarda başlıca çare, radikal çözüm seçimlerin yenilenmesidir. Ne var ki, Partiler ve Seçim Kanunlarında radikal değişiklikler yapılmadan genel seçimlere gidilmesi aslında hiçbir şeyi halletmeyecek, aynı tablo belki de başka mahzurlarla ortaya çıkacak, halledilenden fazla sorun oluşacaktır. TBMM'deki bugünkü zihniyet ve kompozisyonla, Partiler ve Seçim kanunlarında parti çıkarlarını kollamayan, gerçekten tatmin edici değişiklikler yapılabilir mi? Hiç sanmıyorum.. Öyle ise bu kısır döngüyü kim, nasıl kıracak? Açık söylüyorum: Aklıma, Metin Toker'in de aklına gelen çözüm geliyor. Önce sözü geçen kanunlardaki değişikliklerin "asker zoru" ile gerçekleştirilmesi... Fakat , artık yapıları, felsefeleri 1960'lardakinden hatta 1980'dekinden çok farklı olan askerlerde, gene Toker'in de söylediği gibi, böyle bir istek kesinlikle yok. Aksine! Ancak toplumun baskısı veya patlaması sonucu mecbur kalırlarsa? Komutanlar görevden kaçamazlar! GÜNÜN FİKİR KIRINTISI "Politikada en geçerli olan hafıza kaybıdır.." * John Kenneth Galbarith "Politikada budalalık bir handikap değildir!" * NAPOLEON BONAPARTE