Kıssalardan hisseler!..

A -
A +

Hikaye bu ya; kendi halinde bir adamcağız su şişesini açınca içinden dev gibi bir cin fırlamış; "Ben dünyadaki iyi insanları ödüllendirmeye memur bir cinim" demiş. "Sen çok iyi, hayırsever bir kişisin, seni ödüllendirmekle görevlendirildim. Dile benden ne dilersin?" Adam şaşırmış ve biraz düşündükten sonra "Ey cin bana adalara kolaylıkla gitmem için özel bir köprü yap!" demiş... Cin de şaşırmış: "Tabii istersen yapabilirim ama alangirli bir iş.. Daha .basit bir isteğin yok mu?" Adam "Öyle ise hep aklımı kurcalayan bir soru var, onu cevapla: kadınların aklı niçin öyle işler?" Cin hemen atılmış: "Köprü kaç şeritli olsun!" Evet kadınlar genellikle güç anlaşılır mahluklardır ama bazı, çok güç anlaşılır hatta anlaşılmaz, eşimin "katalogluk kadınlar" tabir ettiği, fenomen kadınlar da vardır. Bunlardan birini, kendi yengeleriden birini, topluma mal olmuş bir spor adamı olan bir ağabeyin eşinin hikayesini, yazmakta olan anılarından alarak, belki hisse alınır diye burada anlatıyorum.. Galatasaraylı Gündüz Benim arslan gibi bir ağabeyim vardı... Eskilerin hatırlayabilecekleri Gündüz Kılıç... Galatasaray'ın ve Milli Takımların unutulmaz santrforu, sonra gene Galatasaray'ın ve bu arada Feriköy ve Beşiktaş'ın menaceri ve antrenörü, daha sonra da HÜRRİYET'in spor yazarı "Baba" Gündüz!. Gündüz çok yakışıklı olmasına ve peşinde birçok hanımlar olmasına rağmen, kendisine yapışan ve hiç de güzel olmayan bir hanımla -herhalde kendisine destek olur düşüncesiyle evlendi. Bu hanımın Galatasaray ve spor camiasında "Korkunç Yenge" diye bilinir olduğu... Yenge, Gündüz'ün peşini spor turnelerinde, antrenmanlarda bile bırakmıyor. Ona kene gibi yapışıyor, her şeye bilir, bilmez karışıyordu. Kalıbına kıyafetine rağmen Gündüz de bunu "sevgi" telakki ediyor, boyun eğiyordu... Ama zaman zaman bunalıp kaçıyor, ailesine sığınıyor, sonra; "yengenin" ısrarları ile ona dönüyordu. "Yenge" Gündüz ağabeyimizi aileden, biz kardeşlerinden tecrit etmekte idi. Evinde misafir gelir, bizler geliriz diye çok küçük bir buzdolabında mahdut şeyler bulunduruyordu... Evde yemek pişmiyor, karı koca hep lokantada yemek yiyorlardı. Ailece görüştükleri dostları mahduttu. Yenge ağabeyimin en yakın dostlarını bile, bahane ile dışlıyordu. Ailesi çok zengin olduğu halde tutumluluktan öte, cimri idi; Bir gün iftiharla, "Gündüz'ün kupaları tozlanıyordu, sattım evi badanalattım!" demişti. Annemiz öldüğünde, "maçı var" diye ağabeyimize haber vermemiş, cenazeye göndermemışti. Anamızın ölümünden sonra kalan bir borcu tahsil etmek için Gündüz'e başvuran eczacıyı "O Gündüz'ün üvey anasıdır" diye geriye çevirmiş, bunu da iftiharla bize anlatmıştı. Oysa anamız hepimizin öz anası idi. Amerika'da "Yenge" Gündüz'ü herkesten tecrit eder ama uzun seyahatlere çıkarırdı. Sonunda aşırı kanser teşhis edilince Amerika'da bulunduğumuz için zorla yanımıza davet ettik ve tedavisi ile meşgul olduk. New York'un en iyi kanser hastahenesinde, Ermeni asıllı bir profesör çok yakın ilgi gösterdı ve bize "Maalesef birkaç aylık ömrü kalmıştır... Benim tavsiyem, burada bu şekildeki hastaları hastaheneler uzun süre tutmazlar... Yurduna dönse daha iyi olur!" dedi. Bunu yengeye söylemek bana düştü. Oysa onun başka planları vardı; oradaki uzman olmayan, kıytırık bir doktorun sözlerine dayanarak, Gündüz'ü gazetenin parasıyla o hasta halinde hiç görmediği Güney Amerika'ya götürmeye karar vermişti. Ağabeyimin ölmesi yakın olduğu halde ve evdeki Galatasaraylı aşçımız onun sevdiği yemekleri yaptığı halde yenge şişmanlar diye yedirmiyor, sadece salata veriyordu. Aşçı Ali, Gündüz'ü doyurmak için yengenin evden çıkışını bekliyordu... Bu sıralarda bir gün bir baktık ki Gündüz Ağabeyimin ağarmış saçlarını siyaha boyuyor. "Bu ne?" diye sorunca "Ben beyaz saçlı bir adamla yastığa baş koyamam" diye cevap verdi. Uzun lafın kısası, yenge bir gün bir mesele çıkardı. Ağabeyimizi alıp New York'un en süfli otellerinden birine taşıdı. Tabii Güney Amerika'ya gidemediler. Yurda dönmek zorunda kaldılar... Biz de ağabeyimle doğru dürüst sarılıp helalleşemeden ayrıldık. Velhasıl bizim korkunç yengemizin öyküsü böyle.. Bilmem hisse çıkaran olur mu? Düzeltme- Son yazımdaki bir hatamı gözlerinden hata kaçmayan okuyucular bildirdiler: Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümünün birkaç gün gizlenmesi Viyana Muhasarası'nda değil. 1566'da, Zigetvar Kuşatması'nda olmuş. Özür diler, düzeltirim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.