Şu, "mevhum", yani ülkemize faydaları ancak "vehmedilen", fakat, bence, somut olarak sakıncalı, yani milletimiz için mahzur ve tehlikeleri aşikar, "Avrupa Treni"nin, arkasından koşarken, dayatmalar sonucu, "milli devletimizi" ve "milliyetçiliği" feda etmemiz gerekeceğinin acaba farkında mıyız? Hiç şüphe etmeyin ki, Kopenhag Kriterleri gereği, bu "yakın ve açık" bir tehlikedir. Bizim soldan dönme liboşlarımız da, ağızlarının suları akarak bunu istiyor ve bekliyorlar. Onlara göre milliyetçilik de, Milli devlet de tabii Atatürk ve arkadaşlarının kurdukları milliyetçi Türkiye Cumhuriyeti "MİLLİ DEVLETİ" de, artık müzelik olmalıdır.. İhanet sesleri "Numaracı Cumhuriyetçilerden" Mehmet Altan, geçenlerde: "Milliyetçiliğin ölüm sürecinin başladığını" yazıyordu. Yalnız da değil; o kesimde milliyetçiliğin ve bununla örtüşen "milli çıkarların", demokrasi ile bağdaşmayacağını iddia eden akademisyenlerden, vatan sevgisini reddeden, bu sevginin bir "toprağa bağlılık" meselesi olmadığını yazan köşe yazarlarına kadar niceleri var aramızda! Bu arada vatanperverliğinden şüphe etmediklerim de, maalesef bazı konulardaki ve özellikle AB'ye katılmak gayretleri icabı, Dil konusunun, Kürtçe Radyo-TV ve Eğitim konularının Türkiye'nin, bildiğimiz anlamdaki birlik ve bütünlüğüne ve TC ulus devletine vereceği onarılmaz zararları idrak edemiyorlar. Mesela Sedat Ergin kardeşimiz, AB'nin bu konulardaki dayatmaları karşısında TSK'nın ve RTÜK'ün direnmesini Anayasaki yeni değişiklikle mevcut yasalar arasında sadece semantik bir çelişki olarak algılamış. Bu çelişki ortadan kaldırılırsa yani yasalar da Kürtçeye müsait hâlâ getirilirse, AB hoşnud edilecek ve problem ortadan kalkacak. Ama iş o kadar basit değil. Böylelikle kapı Türk devletinin olmazsa olmaz ilkelerinden olan tek dilin ortadan kalkmasına yol açılmış olacak. Eğer bölücülerin yayınlarını izler ve son zamanlarda YÖK'ü de harekete geçiren üniversitelerdeki Kürtçe öğrenim isteklerine bakarsanız, bu konunun Türkiye'yi bölmek çabalarında önemli bir unsur olduğunu görürsünüz. AB'yi hoşnud etmek için bunlara razı mı olacağız? Milliyetçilikte ısrar eden ve milli çıkarların ancak milliyetçilikle ve vatan sevgisi ile savunulabileceğine inanan bizler galiba artık "Ok meydanındaki buhurdanlar " gibi bu ters rüzgarların etkisi altında, titrek alevlerimizi korumaya çalışıyor, artçı muharebesi veriyoruz. Hele, Avrupa Birliği konusunda bu Birliğe lütfen kabul edilmek öylesine, "olmazsa olmaz" bir milli dava veya milli çıkar haline getirilip, kamuoyu da şartlandırıldı ki, en azından şahsen ben, mücadeleden yorgun düştüm ve bazen karamsarlığa kapılıyorum. AB'nin Laeken zirvesinden sonra, Avrupalıların bize bir avuç havucu gösterip sahte umutlar vermeleri, Hükümetin zirvesinden bu vaatlere inanılması da karamsarlığımı artırıyor. Ancak "Zinde kuvvetlerin" benim gibi düşündükleri inancı ile teselli bulmaya çalışıyorum. Milli çıkarlar-demokrasi Milli çıkarların demokrasi ile bağdaşmayacağı bir iki yıl önce, sayın bir akademisyenin bu yoldaki iddiaları üzerine tepkimi çekmiş ve kısa bir polemik konusu olmuştu. Geçenlerde Mesut Yılmaz da "milli i çıkarlar evhamının" yolumuzu -AB yolunu artık engellememesi gerektiğini söylemişti. Bu iddiaya karşı benim dediğim ve ısrar ettiğim özetle şu: Demokrasi de özgürlükler de, sonunda her ülkeye göre değişken, tabir caizse ne niyetine yenirse yenebilen soyut kavramlar. Ülke çıkarları ise yüzyılların imbiğinden geçmiş ve günün gerçeklerine ve tehlikelerine göre son şekillerini bulmuş somut değerlerdir. Afgan-Amerika örneği Bugün Afganistan'da dünyanın gözleri önüne serilen hazin durum, bu zavallı ülkenin bir türlü millet olamamasının, milliyetçilikten ve milli birlikten yoksun kalmış olmasının, etnik parçalanmayı "Tacik, Özbek, Hazara veya Peştun" değil de "ne mutlu ki Afganım" ilkesı ile önleyememesinin neticesidir. Kısacası Afganistan, Afganlılar, bu ilkeleri temsil eden Atatürk gibi bir liderden yoksun kalmış olmanın acısını çekiyorlar. Amerika da bugün bir felaketten sonra milliyetçiliğe sarılıyor. Biz ise bu değerlerimizi harcamanın eşiğindeyiz.