Kemal Derviş'in ekonomiden daha doğrusu "ekonomiyi" düzeltmekten sorumlu Devlet Bakanı tayin edilmesinden sonra, bir iki defa yazdıklarımı, fırsat buldukça tekrar edeceğim: Şu bunalım içinde, başka tutarlı alternatif olmadığına göre, koalisyon hükümetine de bir alternatif olmadığına göre, adama ve dolayısıyla hükumete, münasip bir zaman ve çalışma fırsatı verin. Her şeyden önce vatanseverlik bunu gerektirir. Ama gelin görün ki, siyasetçilerin bazıları ve maalesef bazı iş çevreleri, sorunların çözülmesinden ve Türkiye'nin şu veya bu şekilde bu bunalımı atlatıp düzlüğe çıkmasından önce, kendi çıkarlarını ve bu hükumetin, her ne pahasına olursa olsun devrilmesini istiyorlar. Fazilet Partisi'nin ve FP'lilerin tutumu, bunun en belirgin misali: Recai Kutan, daha Derviş'in planının ayrıntılarını görmeden, kendisi ile konuşmadan, şaşılacak bir peşin hükümlülükle, onu ve programını asla desteklemeyeceklerini ifade etti. Eğer, bunalım uzarsa o kargaşada iktidarın FP'ye teveccüh edebileceğini mi umuyor. Olmayacak duaya amin diyor! Bu başka nasıl tefsir edilebilir? Medya... Medyadaki bazılarının tutumu da hiç farklı değil. Ya komplekslerinden, ya ideolojik saplantılarından ya da ucuz sansasyon merakından, peşin hükümlerle, uydurma veya yakıştırma haberlerle Derviş'i daha ilk adımlarında hırpalamaya engellemeye çalışıyorlar, bir taraftan da kendisi hakkındaki umutları aşırı derecede pompalarken! Spekülasyonların bir boyutu da, sayın Bahçeli'nin bütün sözlerine rağmen MHP'nin Derviş'e ve önerilerine karşı olduğu söylentilerinin çıkarılması. İlla ki de zorlayarak, Derviş'in "koalisyonun 4. ortağı olduğu" imalarını yayarak ve bazı MHP'li Bakanları hedef göstererek MHP'yi yeni Bakana, yeni Bakanı da MHP'ye karşı tahrik edecekler. Koalisyona da çomak sokacaklar! Gene medyada bazıları da peşin hükümlü olmaktan başka çifte ölçülü de! Mesela Derya Sazak, Amerika Büyükelçisinin Başbakandan Dervişin ne kadar desteklendiğini sorması -hatta rivayeti- üzerine, celallenmiş "Bu mandacılıktır" diyor ve soruyu ABD'nin kendi istediklerini Derviş vasıtasıyla dikte ettirmek istemesine, hatta Derviş vasıtasıyla Türkiye'ye vereceği desteği Türk Hükumetinin ABD'nin Saddam konusundaki politikalarını desteklemek koşuluna bağlıyor. Bunu yazan zat Türkiye'nin AB'ye girmesinin daha doğrusu "lütfen kabul buyurulmasının" AB'nin milli hükümranlığımıza çok ters düşen kriterlerinin sorgusuz sualsiz kabul edilmesinden yana olmuştur. Asıl mandacılık o idi; neden buna itiraz etmemiştir? Şimdi Pearson'un ziyaretini yadırgayanlar, AB'li Bakanların ve IMF'ci Cottarelli'nin vb. Başbakanlara, Bakanlara yapmış oldukları, "sellemeh-ü selam" ziyaretleri neden yadırgamamışlardır? Derviş ve ABD ABD konusuna gelince, açık seçik belirtmek gerekir: Bugün Amerika'nın başka bir durumu vardır.. Hem dünyada hem de Türkiye için. Amerika Türkiye'nin istikrarı ve geleceği ile Avrupalılardan fazla "kendi öz çıkarları" için ilgilidir. Ve bu ilgi, Bush'un yönetimi tarafından, ABD'nin bölgemizdeki çıkarlarının ciddi olarak gözden geçirilmesi ile artmaktadır. ABD ile tüm çıkarlarımız çakışmayabilir ama çakışanlar daha fazladır. Velhasıl Amerika'nın Türkiye'ye ilgisi ve istikrara kavuşması arzusu, İskandinavından Portekizine, İtalya'sına kadar, çeşitli Avrupa ülkelerinin idrak ettiklerinden, edebileceklerinden çok daha fazla ve somuttur. Türkiye konusunda -ve de başka konularda- ABD ile AB arasında büyük görüş ayrılığı vardır ve görünüşe bakılırsa, bu da zamanla artacaktır. AB'liler Türkiye'yi kolaylıkla feda edebilir veya askıya alabilirler ama ABD hele şu sırada bunu yapamaz. Türkiye'nin krizi atlatmasını ekonomik bakımdan kuvvetlenmesini -önce kendi çıkarları açısından ister. Son günlerde Washington'dan Türkiye'nin mali güçlüğe düşmüş başka ülkelere benzemediği ve stratejik ayrıcalığı olduğu mesajları verilmektedir. Bunun için de ABD'nin ve Ankara'da Derviş konusunda yaptığı sondajı -hele şu bağlamda- yadırgamamak ve manda altına girmek saymamak gerekir. Washington, bu sondajları, Türkiye'ye yardım edecekse yeni Bakanın hükumet ve kamuoyu tarafından ne kadar desteklendiğini anlamak için yapmaktadır. Bu da hakkıdır. Kaldı ki aynı soruyu Ankara'daki dost veya hasım bütün diplomatların araştırdıkları da malum! Ne var ki, bu gibi iddialar Derviş'in CIA ajanı olduğu vs. gibi sorumsuz demagojilerle bir arada adamın ve Türkiye'nin şu sırada en fazla muhtaç olduğu kamuoyu desteğini de köstekler. Ekonomimizin ve mali dengenin bozulmasındaki hatalarda IMF'nin şimdiye kadarki dayatmaların rol oynadığı, uzmanlar tarafından zımnen de olsa ima edilmekte. Cottarelli kahramandı da, Türk Kemal Derviş mi, CIA'nın ve karanlık güçlerin ajanı, adamı oldu? İnsaf sahibi olmak! Derviş'in ana hatlarını sunduğu program konusunda fikirler ileri sürecek değilim. Başarılı olup olmayacağı konusunda da açık fikirliyim. Şu sırada sorumluluk ve insaf sahibi olan herkes gibi! Demek istediklerim; başta medyamızın, ya komplekslerden ya spekülasyon ve sansasyon merakından ötürü ve belki de, bilerek veya bilmeyerek, kendi öz çıkarları olan bazı odaklara alet olarak, gerçekleri çarpıtmamaları, ortalığa, hiç olmazsa bir süre zehirli dedikodular yaymamaları ve Derviş'e münasip bir zaman ve çalışma mühleti vermeleridir. Bu arada Sayın Derviş'e ve de Başbakana, özellikle gençlere bilgi ve hakikatleri iletmek için, İnternet'i ve Web Sitelerini daha aktif olarak kullanmalarını tavsiye ederim. Fransa'nın İkinci Dünya Savaşında yenik düşmesinin temel sebeplerini Pierre Lazaref adlı bir Fransız gazetecisi "Basın Rezaletleri" adlı ünlü kitabında anlatmıştı. Yüce Allah, bu kitabın Türkiye versiyonunu "Medya ve Politika Rezaletleri" adı altında yayınlanmasını göstermez inşaallah!