"Şeamet tellallığı"

A -
A +

Rahmetli Adnan Menderes'in 27 Mayıs darbesinden bir iki gün evvel, kendisine darbe ihtimalinden sözedenler için kullandığı deyimle "Şeamet tellalı" -yani "şom ağızlı"- olmak istemiyorum; ancak olayların, maalesef, dönüşü olmayan bir yolda geliştiğini görüyor ve 1960 Mayısında olanları ve yaşadıklarımı hatırlayarak, ürküyorum... Korkum, kesinlikle, 27 Mayıs'taki gibi bir darbe korkusu değil... Türk Silahlı Kuvvetleri bugün o zamankinden çok farklı bir yapıda. Komutanlar durumun ciddiyetini görseler bile, idareye el koymaya hiç de teşne değiller... Genelkurmay Başkanlığı'nın, son MGK toplantısında belirttiği gibi, şu bağlamda bir "darbeden", bir ara rejimden, söz etmek bile büyük sorumsuzluk olur; halkın büyük bir kısmı,Türkiye'nin en güvenilir, en yozlaşmamış Kurumuna olan güvenlerinden ötürü, kendi aralarında bir müdahalenin özlemini ifade etseler bile! Demokrasinin çareleri Ben "demokraside çarelerin hiç tükenmeyeceği" tezine inananlardan değilim: Demokrasi yozlaşınca, maalesef çareleri de pek kalmıyor.. Ancak, o noktaya henüz gelmediğimize inanmak istiyor, küçük hesaplı ve kötü maksatlı odakların tahriklerine kapılmamak ve biraz daha sabredilmesi gerektiğini söylüyorum. Bu hususta da, hem siyasilere -belki de onlardan fazla medyaya- sivil toplum kuruluşlarına, özellikle esnaf ve işçi örgütlerine büyük sorumluluk düşüyor; yangından mal kaçıracaklarını sanarak, ateşe körükle gitmemek- sağduyusu ve sorumluluğu! Fazilet Partisi Lideri Sayın Recai Kutan'ın şu sırada bu sorumluluğu göstermemesi esef vericidir!. 1960 Mayıs'ındaki koşullarla bugünkü şartlar arasında benzerlikler olmakla beraber, daha fazla temel ayrılıklar da var; Bir def'a herşeye rağmen, demokrasi anlayışı ve toplumsal sağduyu, o zamana nazaran olgunlaşmıştır. Yukarıda da belirttiğim gibi, Ordu artık aynı ordu değil, yüksek Komutanlar da bütün subaylar da, maceraları ve politize olmayı reddeden hiçbir siyasi partiye angaje olmamış kişiler. Genelde olduğu gibi, şu bağlamda da demokratik rejimin belki de tek sigortası Türk Silahlı Kuvvetleri!. Fakat içinde bizzat yaşadığım için, o Mayıs'la, bugün 2001 Mayıs'ına yaklaşırken içinde bulunduğumuz şartlar arasındaki acı benzerlikleri daha iyi görebiliyorum. Öncelikle, politikacı ve milletvekillerindeki inanılmaz aymazlığı. Şu sırada, arı gibi çalışılması gereken kritik bir dönemde, Derviş programının, ay sonuna kadar, en az beş-on önemli kanununun çıkarılması gerekirken, eğer fotoğraflar yanıltmıyorsa, TBMM Genel Kurul salonunun boş hali, bu aymazlığın veya gafletin göstergesidir. Bu kanunların, yalap şap, üzerinde fazla düşünülmeden çok acele çıkarılmasının da tabii mahzurları var, ama acaba milletvekillerimiz bu konularda yeteri kadar çalışıyorlar mı? Freni patlamış otobüs Ve sanki o zaman -1960 İlkbaharında- olduğu gibi, frenleri patlamış, şoförü idareyi elden kaçırmış bir otobüsteki gibi belirsiz bir noktaya hızla gidiliyor. 27 Mayıs 1960'ın hemen arifesinde de, iktidar çevresinde olan hepimiz, bir darbeyi bekliyorduk, ama inanılmaz bir aymazlıkla, mukadder akıbete doğru gidiyor veya sürükleniyorduk. Bu gibi durumlarda, iktidar koridorlarında yaşananlar önemlidir. 27 Mayıs arifesinde, o koridorlarda tehlikeyi görenler ve uyaranlar, buna karşı aymaz olan, gelişmeleri hafife alanlar, endişelerini gizlemek için karanlıkta ıslık çalanlar veya sertlik taraftarı olanlar vardı.. Yaklaşan müdahalenin belirli işaretleri de vardı: 555 K Kızılay olayı. Harbiyelilerin Yürüyüşü gibi. Ben o günlerde, "Bu sonun başlangıcıdır" dediğimi hatırlarım. Şimdi de, birbiri arkasına gelen zamlar, yeni vergi korkuları ile ve en fazla zarara uğrayan esnafın, yazar kasaları Başbakana atmak gibi tepkileri, bu gösterilerin ülkenin her yönüne sirayet etmesi, bende de acı çağrışımlar yapıyor. 1960 Mayıs'ında, o zamanki yönetimin hatalı icraatından ziyade, asıl, CHP'nin ve Komünistlerin çok etkili yeraltı organizasyonları ile, ordu, subaylar ve gençler tahrik edilmiş dolduruşa getirilmişlerdi. Oysa bugün tepkiler somut ve haklı sebeplere dayanıyor; tahrik edilmiş üç-beş kişinin işi değil, zaten bugün tahriklere de pek de gerek kalmıyor. Ancak, çok geçmeden, araya kötü niyetli tahrikçilerin karışacağını tahmin etmek için bölücü gazeteleri okumak gerekmiyor... Evet o zaman neler olacağı aşağı yukarı belli olmuştu.. Bugün ise geleceğimiz konusunda büyük bir belirsizlik var. Hatta daha kısa vadede, bu koalisyon devrilirse, Ecevit'in dediği gibi, alternatif nedir, o da belli değil.. Bu belirsizlikten umut da çıkar, radikal kontrol edilemeyecek toplumsal olaylar da çıkabilir: Ve şimdiki halde alternatif bu!. Bu "şeamet alternatifini" önlemeye, iyi niyetin ve hele MHP'nin iyi niyetinin ve Sayın Devlet Bahçeli'nin Başbakanı kırmamak ve koalisyonu sonuna kadar sürdürmek hususundaki sabır ve itinasının yetmemesinden korkarım. Umutlar dervişte Umutlar Kemal Derviş'e bağlanmış. Hep yazdığım gibi ona münasip bir mühlet ve toplumsal destek vermek gerekiyor. Bu yapılıyor mu, yoksa alttan alta, özellikle medyanın münasebetsiz yorum ve dedikodularıyla kösteklenmiyor mu? Derviş'in gayretleri de yetmez; onu deseteklemek için partiler arasında ve TBMM'de, küçük hesapların bir tarafa bırakılarak milli mutabakatın oluşturulması zorunlu. Bu mümkün olabilecek mi, önümüzdeki kısa zamanda? Çözümün neticede, TBMM'de olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e, bütün parti liderleri ve milletvekilleri nezdinde bu "milli mutabakatı" zorlamak görevi düşüyor. Bir felaket vukua gelirse, sonra "Acaba neden böyle oldu?" diye düşüneceğimiz yere, bunu şu sırada ciddi olarak düşünmek gerek. Yoksa, dağın arkasındaki son umutlar da, boş çıkarsa siz o zaman seyredin gümbürtüyü!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.