Sezer'in dayanılmaz Cumhurbaşkanlığı

A -
A +

10. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer'le Ecevit Hükumeti arasında, geçen Ağustos ayından beri patlak veren bir dizi anlaşmazlıklar üzerine, bir yazımda, "Türkiye Sezer'e yedi yıl nasıl dayanır?" diye sormuştum. Dün Çankaya'da, Milli Güvenlik Kurulu'nda Sezer'le Ecevit arasındaki, dışarı taşan olay, bu soruyu tekrarlamamı gerektiriyor. Cumhuriyet tarihinde Devletin en yüksek katlarında, Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar arasında -hatta Atatürk'le İnönü, Bayar'la Menderes arasında- sert tartışmalar olmuştur. Bunlar, çoğu zaman, iki kişi arasında, nihayet dört duvar arasında kalmış, söylentileri dışarı sızsa bile, böyle ayyuka çıkmamıştır. Ben, yarım yüzyıldır, gazeteci ve devlet memuru olarak, önceki günkü olayın hiç benzerini görmemiştim. Misli, emsali olmadığı ve Anayasada da öngörülmediği için de, Devletin en yüksek noktasındaki ipleri kopma noktasına getiren bu olayın, iki tarafın da özür dilemek niyeti bulunmadığına göre nasıl kapanacağı, şu sırada meçhuldür. Hatta özür dilense, olay geçiştirilse bile bu derin "dil" (hem söz hem yürek anlamına) yarasının kapanması güç hatta imkansız olacaktır. Kaldı ki herşey ortada iken Sezer, tahrikin Hüsamettin Özkan'dan geldiğini söyleyerek topu taca atmaktadır. Oysa, Başbakan'ın suratına Anayasa kitapçığının atılmasına ve hakaretamiz sözler söylenmesine tahammül edemeyen Özkan'ın Cumhurbaşkanına "sen" diye hitab etmesi tasvib edilmese bile, tahrikin ilk ve asıl kaynağı muhakkak ki Sezer idi. Somut olay Olayı ayrıntılarından, esasta, yolsuzluklar konusunda Sezer'in, hükumetin etkisiz kaldığı yolundaki tartışılabilir iddialarından soyutlamak gerekir. Hatta, Cumhurbaşkanının, Zekeriya Temizel'in, dürüstlük ve titizlikle yürüttüğü denetleme sürecini, kendi emrindeki Devlet Denetleme Kuruluna "denetletmesi"nin, en azından zarif olmayan, yakışıksız bir hareket oluşunu ve Cumhurbaşkanlığına gelmeden önce, Cumhurbaşkanının yetkilerinin çok fazla olduğundan şikayet ederken, Çankaya'ya oturduktan sonra bazı hallerde yetkilerini aşmasını da, şimdilik bir tarafa bırakalım, olayın kendisini objektif olarak irdeleyelim. Açıklamalardan öyle anlaşılıyor ki, bu nahoş olaya Ahmet Necdet Sezer, maalesef bir Başbakana karşı, MGK'da ve askerler, memurlar önünde hakarete yaklaşan bir şekilde davranarak, Anayasa kitabını önüne fırlatarak yol açmıştır. Bu harekete karşı, devlet terbiyesini, insan ilişkilerindeki nezaketini -ve de sabrının derecesini- yakinen bildiğim Ecevit, aynı üslupla mukabele etmeden toplantıyı terketmekle yetinmiştir. Kim özür diler? Özür dilemesi asıl gereken Sezer'dir. Devletin ve Hükümetin Başkanı arasında her zaman ihtilaflar olabilir ama gelenek o dur ki bunlar ikisi tarafından, başbaşa tartışılır ve çözüme bağlanır. Sezer, acaba neden Başbakanı, yalnızca dinlemeden MGK salonuna gitmiş ve meseleyi böylesine mesele yapmıştır? Bence, özellikle Askerler, memurlar ve dolayısıyla kamuoyu önünde Başbakanı suçlamak hatta küçük düşürmek istemiştir. Ama, hareketinin "zamanı, zemini ve uslubu", hele şu bağlamda, yanlıştı. Hukukçu Başkanın, siyaset ve devlet tecrübesinden ve de adabından mahrum olduğunu gösterdi. Tribünlere oynamak! Sezer, Çankaya'ya çıkalı beri, bu makamı bir birlik ve uzlaşma makamı yapacağı yerde, entel, liboş takımının da pompalaması ile, eski deyimle "avamfiribane" (aşırı popülist) hareket etmeyi, entelleri (resepsiyonlarında bile onlara ağırlık vererek) hoşnut etmeyi, "Tribünlere oynamayı", bütün milletin Cumhurbaşkanı olacağına, bir kesimin Başkanı olmayı tercih etmiştir. Bu olaydan sonra da muhakkak onlardan, birtakım köşe yazarlarından büyük destek alacaktır. Kamuoyu araştırmalarında da Sezer'in, halka hoş görünme jestlerinden etkilenen halkın kendisini destekleyecekleri bellidir. Ama ya tarafsız tarih önünde? Bazı medya mensupları galiba kasden Sayın Bahçeli'nin bu ihtilafta tarafsız kalacağını uydurmuşlardı. Oysa Koalisyon ortaklarının bu konuda Başbakanı destekledikleri görülüyor. Zira ortada bir hakaret varsa bu Hükümetin tümüne yapılmıştı. Sezer, Cumhurbaşkanı olduktan sonra devamlı yazmışımdır: Liderlerin, hakkında fazla araştırma yapmadan, huyunu suyunu bilmeden, sırf Anayasa Mahkemesi Başkanı olduğu için O'nu, Cumhurbaşkanlığına adeta "tayinle", getirmeleri büyük hata idi. Sezer'in adını Hüsamettin Özkan'ın önerdiği söyleniyor: Öyle ise frenkler buna "şairane adalet" derler. Ben normal bir krizden çok öte olan ve ülkeye büyük maliyeti olacak bu bunalımın, vardığı bu noktada, uzlaşma ve el sıkışma ile çözülebileceğine inanmıyorum. Ecevit'in turancılığı Çankaya olayı patlak vermeden, Nazım Hikmet kararnamesi vesilesiyle, kendisi de iyi bir şair olan Başbakan Ecevit'i, uzun yıllar sınıf arkadaşı olarak yakından tanıdığım için, Nazım Hikmet konusundaki yaklaşımına ışık tutmak istiyordum. 1940'lı yıllarda, Robert Kolej'de, ekseri akşamlar, küçük bir grup olarak yatakhanede, demli çaylarımızı içerken yaptığımız siyaset ve edebiyat sohbetlerinde, Ecevit, sol-sağ tartışmalarına karışmaz hatta tarafsız kalırdı. O yıllarda Nazım Hikmet'in şiirleri moda idi ve sola meyyal bazı arkadaşlar şiirlerini hayranlıkla okurlar, ben de gene, Nazım'ın o günlerde çok yakın ve açık bir tehlike olan Sovyet ve komünizm tehdidine şiirleriyle destek vermesine karşı, infialimi belli ederdim. Solculuğu, sonraki yıllarda da asla enternasyonalizme kaçmamış olan Ecevit, Nazım Hikmet'in şiirlerini beğense bile komünizmini tasvib etmezdi. Hatta milliyetçiliği tabiri caizse "Turancılığa" -Türklerin birlik olmaları idealine- daha yakındı. MİLLİYET gazetesinde Berrin Cankat'ın alıntı yaptığı TUNA adlı şiiri de bunun delilidir. Mehmet Akif'in hamasi şiirlerini daha candan okurdu. Ben o zaman da Turancı idim ve Reha Oğuz Türkkan'ın yayınladığı BOZKURT ve GÖKBÖRÜ dergilerine, babam derslerime halel gelir diye, izin vermediği için, Osman Tespihçioğlu takma adı ile yazılar yazıyordum. Ecevit'in TUNA şiirini dergiye ben götürdüm. Ve yayınlanmasına aracı oldum. Zabıtlara geçsin diye yazıyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.