Tarihten dersler

A -
A +

Tarihin tekerrür ettiğini kategorik olarak söylemek yanlış.. Hem şairin dediği gibi, "İbret alınsa idi, tarih hiç tekerrür mü ederdi?" Ancak tarihten hiç ibret ve ders almamak da yanlış!. Bunun için geçenlerdeki bir yazımda, canlı tanığı -ve mağduru- olduğum 27 Mayıs 1960 olayından, bugün uzaktan izlediğim gelişmelerle çağrışım yaptığı için, bir-iki anı kesiti vermiştim. Şom ağızlılık yapmak için değil, bazı şeyleri hatırlatmak için! Bunlardan, yazmakta olduğum anılarda da, tabii söz edeceğim, ama, yakın tanığı olduğum üç olayı, sırası gelmişken, -belki işe yarar diye- nakledeceğim: Semih Günver'in uyarısı 27 Mayıs 1960'tan bir iki gün evvel, Dışişeri Bakanı rahmetli Fatin Rüştü Zorlu'nın makam odasında idik. Rahmetli Büyükelçi Semih Günver içeri girdi, kırmızı deri koltuklardan birine oturdu. Yanakları hep al al olduğu için lakabı "Alyanak Semih"ti, ama o sırada, yanakları heyecandan, oturduğu kırmızı koltukla adeta aynı renk olmuştu... Nüktedan olduğu kadar tok sözlü ve cesur Güner, birden "Beyfendi, bir-iki güne kalmaz İhtilal olacak!" dedi. "R"leri yumuşak telaffuz eden Fatin bey çok kızmıştı: "Çık dışağıya, teğbiyesiz heğif!" diye bağırdı. Semih Bey, kalkıp dışarı çıkarken, "Ben dışarı çıkmasına çıkayım, ama çıkarsam darbe duracak mı?" dedi. Fatin beyin hiddeti geçmişti "Otuğ! Ben de biliyoğum ama ne yapayım?" Kabak en sonunda, en fazla, onun başına patladı. Yassıada'da idama mahkum edildi ve rahmetli Adnan Menderes ve rahmetli Hasan Polatkan'la birlikte İmralı'da asıldı. Allah gani gani rahmet eylesin çok mert, vatansever ve dürüst bir devlet adamı idi. Hakkındaki dedikodular ve Mr %5 lakabı, sorumsuz ve dedikodulara itibar eden bir basının eseri idi. Fatin Bey, herhalde öyle ölmeyi, hiç mi hiç hak etmemişti! İkinci anım, Ankara'da Harbiyelilerin yürüyüşü ile ilgili. O gün ben görevle İstanbul'da idim. Yabancı basın mensupları olayı benden soruyorlardı. Doğru olup olmadığını bizzat Başbakandan sormak ihtiyacını duydum. Telefondaki cevabı aynen şu idi: "Yanlış yorumlamışlar. Harbiyeliler beni desteklemek için yürüdüler!" Bak telefonu Namık beye vereyim. O anlatsın" ve hakikaten de İçişleri Bakanı rahmetli Namık Gedik de aynı şeyleri söyledi. Teşbihte hata olmaz; geçen yazımda da söylediğim gibi bugünkü koşullar 27 Mayıs 1960 koşulları ile tamamiyle aynı değil ve durum o kadar da kötü değil. En önemlisi TSK ve Komutanlar, başta sonuna kadar "gerçek" Demokrasiye inanmış kişiler. Gerçek demokraside çareler tükenmez ama bugün Türkiye'de cari olan, Partiler ve Seçim Kanunlarına dayanan "Demokrasi" gerçek demokrasi mi? Ancak benim burada asıl söylemek istediğim şu: Tepedeki insanlar, politikacılar hatta devlet adamları, zaman zaman olayları başka türlü algılayıp, yanlış değerlendirebiliyorlar. Doğru uyarıları da kabul etmek istemiyorlar, inanmak istediklerine inanıyorlar! Alternatif? Bunu söylerken, hariçten söylenenlerin ve uyarıların hep doğru olduğunu iddia etmiyorum. Bunların bazıları, çeşitli sektörlerin özel çıkar endişelerinden de ileri geliyor olabilir. Bazıları, "Hükümetin istifasını" veya "revizyonu" isterken, şu sıradaki şartlar içinde, bunların pratik fizibilitesi olmadığını ve gene şu bağlamda, bugünkü hükümetin ve de muhakkak acilen çıkarılması ve uygulanması gereken ekonomik programın alternatifleri olmadığını görmüyorlardır... Bunalımda, bugünkü hükümetin yaptıkları ve yapmadıklarının ve yapamadıklarının rolü de şühesiz büyüktür ama, bunca yıllık ihmal ve hatalarından sadece Ecevit ve hükümetini sorumlu tutmak da haksızlık olur! Acaba bugün "şeamet tellallığı yapan politıkacı ve iş adamlarının hiç mi suç ortaklıkları yoktur? Gözleri önünde çığ gibi büyüyen hatalar ve yolsuzluklar hususunda, niçin şimdiye kadar cesurane ortaya çıkmamışlar, sadece bıyık altından "söylemekle" yetinmişlerdir? Fatura yine MHP'ye! MHP hususunda, öteden beri peşin hükümlü olanların, uyuşmazlığın sebebinin ve hatta bunalımın sebebinin MHP olduğunu iddia etmeleri beklenir. Oktay Ekşi kardeşimiz de sorumluluğu başka taraflarda arayacağına, revizyon ve reforma, MHP'nin başlıca engel olduğunu söylemeye getiriyor. Demagojik laf cambazlığıyla, MHP'nin Kürtçe Radyo TV ve eğitime, engel olmasını, Öcalan'ın idamını, Türk milletinin çoğunluğu gibı istemesini, Medeni kanunun bazı konularda değişmesine itirazları sayıyor ve fırsattan istifade şu sırada, bu önemli kanunların, sanki ekonomik durumla ilgileri varmış gibi oldu bittiye getirilmesi gerektiğini ima ediyor. Bunların herbiri Türk milletinin ve toplumunun geleceğini ilgilendirdiği için üzerlerinde önemle durulması gereken önemli konular. Mesela bunalımdan Öcalan'ı idam etmeyip yaşatırsak veya bölücülerin radyo ve TV'lerden bilistifade dil birliğini ve kendi birliklerini bizi bölmeleri pahasına sağlamalarına imkan verirsek mi kurtulacağiz? Ekşi kardeşim, mesela, MHP'lilerin Medeni Hukuk konusundaki itirazlarını acaba dikkatle ve açık fikirle incelemiş midir? Şu sırada beni en çok ne üzüyor bilir misiniz? Türkiye'nin, bölücü vs. düşmanlarının, durumumuzu zevkle seyretmeleri ve Türk milletinin, "ulus devletin" zaafı olarak yorumlamaları, bunalımdan kendileri için çıkar beklemeleri! Osman Öcalan ağzından zevk salyaları akarak "Kriz aslında oligarşik Cumhuriyet devletinin çöküşüdür!" demiş. Söylediklerinin bazıları da, aşağı yukarı Ekşi kardeşin dediklerine, (Kürtçeye izin verilmesi, Öcalan'ın idamında ısrar edilmesi gibi) uyuyor. Herhalde "Kurt'un kocamadığını ve köpeklerin maskarası olmayacağını" ispat etmemiz gerek.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.