Özel hayatların fotoğraflarını yayınlamakta, bundan önce "pek dikkatli" olmayan bir kısım basınımız, Reha Muhtar'ın, Tarkan'ın cinsel tercihleri hakkında delil sayılabilecek fotoğraflarını sergilemesini, özel hayatlara müdahale diye şiddetle eleştirdi. Ancak, ünlü kişilerin özel hayatlarının olamayacağını iddia edenler ve bazı özel hayatları pervasızca teşhir edenler de, gene aynı yazarlardı. Acaba hedef aldıkları, mesela siyasi bir kişinin, benzer özel hayat fotoğraflarını ele geçirseler yayınlamazlar mı idi? Kaldı ki, Reha Muhtar'ın bu fotoğrafları yayınlamakta meşru bir gazetecilik gerekçesi vardı. MHP milletvekili Mehmet Gül'ün Tarkan hakkındaki sözleri üzerine, ona ateş püskürmüşler ve kardeşim Gül de, esasta haklı olduğu halde, maalesef baskı altında gerilemiş, rivayete göre bir süre Türkiye'den uzaklaşmıştı. Aslında Gül'ün sözlerine aşırı tepki gösterilmese idi, bu fotoğraflar da, Tarkan'ın cinsel tercihi gibi, pek önemsenmeyecekti. Bence Reha Muhtar, fotoğrafları yayınlamakla ve durumu açığa kavuşturmakla iyi ve doğru medyacılık yapmıştır. Ve neticede de Mehmet Gül haklı çıkmıştır! Tarkan ve Türk gençliği Tarkan gerçekten kabiliyetli bir genç, ama varlığını çok iyi bildiğim muayyen bir evrensel lobinin, "Gay Kardeşliğin" pompalaması ile zirvelerde, şöhreti ve kazancı bol olsun; ama kimse "Bu genç, Türklüğü, Türk gençlerini temsil ediyor, diğer gençlere örnektir" demesin; ben Türk gençlerinin "böyle" olmalarını istemiyorum vesselam! GAY'liği yani eşcinselliği meşru bir hayat tarzı, onurlu bir cinsel tercih ve hatta özel hakları olan bir üçüncü cinsiyet haline getirmek eğiliminin Türkiye'ye de, birkısım medyanın yardımıyla, sinsice sirayet ettiğini görmek acı! Bizim orada basın Ertuğrul Özkök'ün geçenlerdeki bir yazısının başlığı "Sizin Orada Bankacı Medya Patronu Var Mı?" idi. Yeni RTÜK yasası ile igili olarak Amerika'da medya patronluğuna bazı kısıtlamalar konulup konulmadığını araştırıyordu. Medya araçlarının aynı ellerde "tekelleşmesinin" ve hele patronların bu araçları kendi başka işlerine alet etmelerinin, daha güçsüz, imkânları sınırlı kamu gruplarının, bu sebeple seslerini layıkıyla duyuramamalarının mahzurları ortada olmakla beraber, ne Amerika'da, ne de herhangi başka bir demokratik üllkede bu mahzurları tamamiyle önlemenin yolu, patronların ve çalışanların özellikle yöneticilerin, vicdanlarından ve otokontrolünden başka, pek bulunamamış galiba. Özkök bu yazısında, bir Amerikalı meslektaşa, Stephen Rosenfeld'e atfen, bazı gazetelerin, örnek olarak muhafazakar eğilimli WASHINGTON TIMES ve WALL STREET JOURNAL gazetelerinin bazı siyasiler aleyhinde acımasız kampanyalar açtığını yazıyor. Rosenfeld cenapları insaf etsinler; sadece köşe yazılarında değil haberlerinde, başlıklarında siyası konularda ve siyasiler hususunda en acımasız, partizan tarafgirliği yapanlar liberal -Rosenfeld'in kendi gazetesi- Washington Post ve New York Times'tır. Son seçimlerde bu iki gazete Bush ve Cumhuriyetçiler aleyhindeki tarafgirliklerinin, taraf tutmanın şahikasına vardılar. Özellikle bu iki gazete ve diğer "liberal" gazeteler hata ve yolsuzluk yapanlar sağda iseler hemen ve şevkle "Cumhuriyetçi, muhafazakâr veya sağcı" diye etiketlerken, hata veya yolsuzluk yapan diğerlerine "Demokrat ve liberal" etiketini takmazlar veya olaylarını görmezlikten gelirler. Bu arada, son zamanlarda eşcinsellerin suç hatta cinayetlerini de hasıraltı etmekte, halının altına süpürmekte birebirdirler! Başyazar mı, köşe yazarı mı? Basından söz açılmışken, çoğu zaman "nur-u aynım" diye hitap ettiğim, Oktay Ekşi kardeşime de değineyim. Geçenlerde Nazlı Ilıcak'la tartışması esnasında "Doğrusu şu ki, bir gazetenin başyazarı, sütununda bireysel görüşünden çok gazetenin politikasını yansıtır. Temel kural budur!" diye yazmıştı. Ilıcak'la, çoğunda Ekşi'nin haklı olduğu bu tartışmanın içeriğine karışmadan, bunun "temel kural" olmadığını belirtmek mecburiyetindeyim. Evrensel temel kural gazatelerin, düşüncelerini ifade eden başyazıların anonim yani imzasız olmalarıdır. Önceleri bizde ekseri gazete sahipleri aynı zamanda başyazar durumunda oldukları için, gazeteyi bağlayan başyazılara kendi imzalarını atarlardı. Ancak bugün, bizim basında, bize özgü bir durum var; Ekşi gibi başyazarlar, "başyazı" konumunda olan köşelerindeki yazılara imzalarını atıyorlar. Böylece bu düşünceleri benimsediklerini kanıtlıyorlar. Zaten böyle olmasaydı "başyazar" olmazlardı...