TELEKOM olayının diğer yönü

A -
A +

Son TELEKOM krizinde medyamızın gözardı, hasıraltı ettiği bir husus var; Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz'ün ve MHP'nin bu konudaki, önce TELEKOM'un yabancılar bastırıyor, IMF öyle istiyor diye, ucuza gitmesini önlemek istemişti. Son durumda da, gene Kemal Derviş'in sözleriyle "IMF böyle istiyor, IMF'ye söz verdik" diye TELEKOM yönetimine, kendisine yakın ve ehven bazı kişilerin getirilmesine karşı haklı olarak direndi. Ama medyamız Öksüz'ün görüşlerini doğru dürüst yansıtmadı, "uyuşmaz, huysuz Öksüz" imajını yansıttı! Bu konuda uzmanlık söz konusu ise herhalde Öksüz'ün önerdiği kişiler, Genel Müdürlüğe yeniden seçilen İbrahim Alptürk, mesela gerçekten değerli bir genç olan Faruk Eczacıbaşı'ndan herhalde çok daha deneyimli ve uzman, iletişim konularında. Ona niçin itiraz ediyordu Sayın Derviş? MHP faktörü Maksat aşikar; Sayın Derviş belki IMF yetkililerini de şartlandırarak TELEKOM'da MHP'ye yakın kişilerin, profesyoneller de olsalar yer almalarını engellemek istemişti. Bu olay, bir kere daha Derviş'e de sirayet ettiği anlaşılan liboşlarımızın MHP alerjisini yansıttı. Bir taraftan PKK ve HADEP öteki yandan medyamızdaki bazı kalemler, MHP'nin tek başına iktidar olmasından endişe edip, bir kasabadaki olayı bile vesile ederek MHP'ye karşı kamuoyu oluşturmak istiyorlar. Başbakan Ecevit de buna "MHP'yi usandırmak istiyorlar!" diye parmak bastı. İlke meselesi IMF'ciler, Alptürk'ü ve diğerlerini ne bilirler. -Herhalde Derviş'in anlatımına kapılmışlardır- O da eğer gerçekten bu isimlere itiraz etmişlerse! Burada, isimlerden de daha önemli bir ilke meselesi var: Türkiye'nin önemli kurumlarının kadrosunu IMF mi tespit edecek, paraları ben veriyorum diye? Hem bu Derviş'in muradını ve zihniyetini yansıtan ilk olay da değil. Hatırlardadır ki geçenlerde, Bakanlar Kurulu'nda "IMF böyle istiyor, ben söz verdim!" diyerek Devlet Bahçeli'nin tepkisini çekmişti. Geçenlerde bir yabancının "Dilenenlerin seçme hakları, başka çareleri yoktur" dediğini anlatmıştım. Ne acı bir duruma düşmüşüz! IMF şunu istiyor, Avrupa Birliği bunları istiyor! Pekiyi Türklerin istediği yok mu? İçimden bir ses; bu isteklere boyun eğmeyip, milli egemenliğimize sahip çıksak ve acaba ayaklarımızı dibe vurup, su yüzüne çıkamaz mıyız, çaresizlikten kendi çözümlerimizi çıkaramaz mıyız, diye soruyor? Güç olur, fedakarlıklar ister, bazı rantlar ve çıkarlar tehlikeye düşer ama son tahlilde yapabiliriz diyorum. Herhalde hep böyle avuç açarak yaşamaktan daha haysiyetli olur... Bu vesile ile bir fıkra hatırıma geliyor: Adamın biri İzmir'de Kordonboyu'nda doluya tutulmuş. Şemsiyeli bir adam yardımına gelmiş, onu şemsiyesinin altına almış. Ama ondan sonra her karşılaştıklarında adam, yılışarak, "Hani geçen gün yağmurda ben seni şemsiyem altına almıştım..." diye hatırlatırmış. Bir gün, iki gün, bizimki teşekkür etmekten usanmış, en nihayet tutmuş kendini denize atmış, "Senin şemsiyen olmasaydı bundan da fazla ıslanacak değildim ya!" demiş. Bilmem anlatabildim mi? " Sağlıklı düşünmek Bazan gençlere kızarım; çoğu, merhum Mumcu'nun dediği gibi, bilgi sahibi olmadan, olayları yaşamadıkları için, fikir -hem de aşırı fikirler- sahibi oldukları için. Ancak, son tahlilde, bazı konularda, bazı gençlerin biz yaşlılardan daha sağlıklı düşünebildikleri neticesine varıyorum. Onlara kulak vermekte yarar var. Geçenlerde Castro hakkındaki yazımda, bariz bir hata yapmışım. Babası, gazeteci Noyan Yiğit benim arkadaşım, büyük babası, Kurtuluş Savaşımızın önemli simalarından rahmetli Süreyya Yiğit beyefendi de rahmetlı babamın arkadaşı olan, genç Süreyya Yiğit beni uyardı: Hâlâ komünistler tarafından yönetilen ülkelerden söz ederken, her nasılsa bunların en azılılarından olan, Kim il Chong'u ve Kuzey Kore'yi unutmuşum. Nasıl unutabilmişim ki, elli yıl önce o komünistlere karşı savaşmak için Türk Tugayı ile gönüllü gitmiştim Kore'ye. Süreyya oğlum, bu vesile ile bana nazikane hatırlatıyor; İran, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Libya ve Mısır'ı ve "bunların hangisi demokratik? diye soruyor. Tabii bir de gene onun hatırlattığı, bize yakın Türk devletleri var: Çoğunun başında eski komünistler var ve baskıcı rejimler var. Hele Özbekistan, eski komünist İslam Kerimov bu ülkeyi KGB'yi aratmayacak bir şekilde baskı altında tutuyor, muhalefete nefes aldırmıyor. Belki Castro onun yanında "liberal" kalır. Hiç olmaza daha da sempatik! Ama benim o yazıdan maksadım diğer demokratik olmayan ülkelerden bahsetmek değil. Castro konusunda liberallerin gösterdiği ikiyüzlülüğe işaret etmekti.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.