27 Mayıs 1960 "darbesi"nin yıldönümünde, bu konuda yazı yazmak istemedim, çünkü bu tarih, kendi hayatımda unutmak istediğim bir kâbusun başlangıcı ve yıldönümüdür. Yassıada'da tutuklu olarak geçen aylarımın ve sonrasında alt üst olan kişisel hayatımın ayrıntılarını sadece anılarıma havale etmek isterim. Bu hareketin kişisel yönünü özetlemem gerekirse, rahmetli 'Bal Mahmud'un şu sözleri aklıma gelir: "Günahımız sevabımıza denk geldi. Yediğimiz dayaklar da yanımıza kâr kaldı!" Objektif olmak mümkün mü? Bu, kesinlikle, "devrim", "inkılap" hatta "ihtilal" olmayan, Türk Silahlı Kuvvetleri emir-komuta zinciri dışında yapılmış cunta darbesinin değerlendirilmesini daha önce yapmaya çalışmıştım, ancak, sonunda, mağdur tarafta olmam sebebi ile, tam objektif olamayacağım da ortadadır. Bu nedenlerle "yıldönümlerinde" yazmamak kararında idim. Ancak Toktamış Ateş'in, bu konudaki yazısını "Yaşasın 27 Mayıs Devrimi" diye bitirmesi, doğrusu beni çileden çıkardı ve yazmaya zorladı. Bir defa, 27 Mayıs, ne ad verirseniz verin, ne kadar zorlarsanız zorlayın, fiiliyatta yaşamıyor, yaşıyamıyor, çoktan siyasi mevta oldu ve güya adına yapıldığı TSK tarafından da dışlandı. Ekşi doğru yazmış: "14 Mayıs'ın (Demokrat Partinin 1950'de iktidara geldiği tarih) ve 27 Mayıs'ın ne getirdiğini ne götürdüğünü tartmadan kimse (karşılıklı) karalamacılığa kalkmasın!" diyor. Ben de, bu konuda objektif olamayacağım gibi, pek az kimse şu sırada, böyle bir tartışmayı tam objektiflikle yapacak durumda ve konumdadır. Oktay kardeşim de bütün iyi niyetine rağmen, bu darbenin tahrikçisi CHP'ye olan temayülü ve DP'ye olan hırsı yüzünden değildir. Anlaşılan Toktamış Ateş de hiç değilmiş! Dönemın Basın-Yayın Genel Müdürü ve rahmetli Adnan Menderes'in yakınında olduğum için, olayların tam içinde yaşadığım için, ama gene de zaman geçiminin perspektifi ile mümkün olduğu kadar tarafsız bir bakışla söyleyebilirim ki darbe, daha doğrusu bazı subaylar, bir kısım medya ve CHP'liler tarafından, çoğu uydurma haberlerle tahrik edilmişti. Sonunda Başbakan genel seçimlerin yenilenmesini kabul etmiş ve 26 Mayıs günü, Eskişehir'de bunu ilan edecekti, hatta etti de! O zaman darbeye gerek kalmayacaktı. Seçim kaçınılmaz olmuştu Bunları belirttikten sonra, itiraf etmeliyim ki, işler bir raddeye geldikten sonra, Demokrat Parti iktidarının sona -seçimle- ermesi artık kaçınılmaz olmuştu. 14 Mayıs 1950'de seçimleri bileğinin hakkı ile kazanan DP ve liderleri, bütün demokratik iyi niyetlerine ve sosyal, ekonomik alanlardaki inkar edilmez başarılarına, rağmen, muhalefetin çoğu haksız hücumları ve tahrikleri yüzünden çileden çıkmışlar ve gerçekten, tahkikat komisyonları ve basın mensuplarına karşı, en sonunda "tahkikat komisyonu" gibi aşırı ve yanlış uygulamalara, VATAN CEPHESİ gibi gülünç propaganda yöntemlerine tevessül etmişlerdi. Gençlerin Harp Okulu talebelerinin nümayişleri ve karşı sert tedbirlerle tırmanışa geçen huzursuzluğu, yeraltı komünistlerinin teksir makinaları ve fısıltı gazeteleri ile yönettikleri bir dezinformasyon makinesi. DP'nin, bir kısım halkı silahlandırdığı ve gençlerin kıyma makinelerinde öğütüldüğü gibi yalanlarla büsbütün arttırmıştı. Ancak bu tırmanış, genel seçimlerin yapılmasıyla daha doğrusu hemen ilan edilmesi ile önlenebilirdi. Ama bunu "istemediler" "İstedikleri" ve CHP'nin istediği idareye el koymaktı. Komünistlerin istedikleri de bu kargaşadan kendilerine pay çıkarmaktı. Bunun için de "istemediler" ve Menderes'in 26 Mayıs'ta Eskişehir'deki konuşmasını hoparlörlerin kablolarını keserek sözlerini basına ve ülkeye duyurmadılar. Sonrası... Gerçekten de, 27 Mayıs'tan sonra ve Milli Birlik Komitesi'nin sol cenahının idaresi ile TSK içindeki hiyerarşi, Yüzbaşıların Orgenerallere emir verecekleri kadar alt üst olmasından başka, ülkedeki bütün dengeler de alt üst oldu, "Milli Birlik" adına millet iki kampa ayrıldı. Yüksek Adalet Divanı'nda göz göre göre adalet "katledildi". Hele İmralı'daki 3 haksız idamla "darbeye" cinayet karıştı. Kim ne derse desin, 1961 Anayasasının bazı hükümleri de yetmişli yılların, içinden her türlü habaset ve terör örgütü çıkan cadı kazanına yol açtı. TSK 1972'de l980'deki müdahaleleri ile bazı mensuplarının eski günahlarını temizlemeye çalışmıştır. Ama bu günahların acılarını hâlâ çekmekteyiz. Ben herhalde içinde bizzat yaşadığım, halkın büyük bir kısmını -ve kendimi- aylarca ağır hakaretlere ve aşağılayıcı uygulamaya maruz bırakan, "şehitleri" ve kahramanları uydurma, "Milli Birliği" aslında milli birliği boğmuş olan 27 Mayıs Hareketine "Yaşasın!" diyemeyeceğim için mazurum. En iyisi, 27 Mayıs 1960 hakkındaki son hükmü zamana, tarihe bırakmak. Hoş, milletin büyük çoğunluğu, 27 Mayıs'ı ve yapanlarını zaten çoktan hak ettikleri yere göndermiştir ya...