Eyüp mezarlığında hunharca öldürülen Üzeyir Garih'in çok dostu vardı; ben de dostu idim.. Türkiye'ye yaptığı, ayrıntılarını açıklamaya mezun olmadığım hizmetleri yakından bilen bir dostu idim. Bu ölüm şekli, Garih'in çok taraflı, renkli kişiliğne, hele en verimli çağında hiç yakışmadı. Ancak, paradoks gibi görünecek ama ölümü bile, bazı gerçeklerin vurgulamasına vesile olduğu için onun son bir hizmeti oldu. Manevi inanç bağları Önce, Eyüp Müslüman mezarlığında saygı duyduğu bir kişinin mezarı başında dua etmesi, manevi bağların ve inancın din farklarını aşan bir öge olduğunu gösterdi. Ben bu gücün kıymetini son geçirdiğim ameliyat esnasında, uyuyup da uyanmamak ihtimali varken, bir defa daha anladım. Yüce Allah'ın inayetine sığınmak, O'na yakarmak, Kelime-i şehadet getirmek, ne büyük bir kuvvet ve dayanak! Bu duygu ve inançlardan mahrum olanlara şaşarım... Üzeyir de manevi bağlara inanan bir inanç adamı idi... Yakından bilirim: Üzeyir, Türk olmakla gerçekten mutlu olan bir Türk'tü. Bu kişiliği ile, Atatürk'ün, millet ve Türk milliyetçiliği anlayışını temsil ediyordu. Tabutunun Türk bayrağına sarılması konusundaki vasiyeti de bunun kanıtı değil mi idi? Ölümünde sonra olanlar da olumlu yönlerin yanında, toplumumuzdaki bazı yaraların -özellikle medyadaki yanlışların- büyüteç altına konmasına hizmet etmiştir. Polis yetkililerinin tahkikat konusunda ve medya ile ilişkilerde bariz hataları olmuştur. Medya mensuplarına muhatap olacak tek bir sözcünün bulunmaması, herkesin bilgi vermeye kalkışması ve belki de tahkikatın selameti bakımından medyaya zamanında ve tam bilgi verilmemesi haber kargaşasına yol açmıştır. Ama bu dahi, medyanın yalan yanlış ve hayali haberler üretmesi ve zavallı çocukları, insanları hemen suçlayıp afişe etmelesi için asla mazeret teşkil edemez. Ya tanık veya zanlı bazı zavallı çocuk yaşındaki genç kadınları kaçırıp TV'de konuşturmak için, TV'ciler arasındaki meydan savaşları? Bir gün evvel aynı şeyi kendileri yapanların, ertesı gün karşı TV'leri suçlamaları? Ve o meydan savaşı "kahramanı" sözde TV'cilerin, medyaya ve mesleğe yakışmayan maganda görüntüleri? Ne topluma ne de mesleğe asla yakışmayan utanç belgeleri idi. Ve Garih hakkında, ortağı İshak Alaton'u kullanarak yapılan sansasyonel spekülasyonlar! Kaynak, Livaneli Bu vesile ile bir kesimin ahlaki zaafları, çocuk yaştaki genç kadınların süfli durumları da ortaya dökülmüş oldu. Acaba öküz altında buzağı aramak -ve de bulmakla- ünlü medyamız bu yozlaşmaların önemli bir kaynağını, kendi bol renkli bol cinsellik içeren çıplak fotoğraflı sayfalarında, müptezel sözde sosyete haber ve dedikodularında ve Televole programlarında "cafe"li birliktelikle, beraberlikli mikrofon konuşmalarında aramayı düşünmez mi? Bir kesimin çocuklarını acaba bu yayınlar etkilemiyor ve özendirmiyor mu? Zülfü Livaneli -çoğu görüşlerine katılmadığım, zaman zaman da çattığım- bir yazar. Ancak 14 Ağustosta, SABAH'taki köşesinde yayınlanan "Halkı Mürekkep yalamışlar bu hale getirdi" başlıklı yazısında Livaneli: "Evet bugün halk bozulmuştur... Değer ölçülerini yitirmiştir!" diyor ve soruyor; "Yunus Emre'yi, Hacı Bektaş'ı (ben de ekliyeyim; Mevlana'yı) yedi yüz yıl dilinde taşıyan, Pir Sultan Abdal isyanından Karacaoğlan'a inceliğine, birçok şiir yazan, Çanakkale'de, Sakarya'da, Sarıkamış'ta özveriyle çarpışan halk neden bu hale geldi? Bu halkı kim bu hale getirdi?" Medyanı zararı Ve "kimse kusura kalmasın" diye cevabı kendisi veriyor; "Bazı medya kuruluşları Türkiye'ye hiçbir düşman ordusunun veremiyeceği zararı verdiler... Medyanın son onbeş yılda verdiği tahribat yenilir yutulur gibi değil! Sanki özel olarak görevlendirilmiş gibi her gün bıkmadan usanmadan kötünün iyiyi kovmasına, zevksizliğin egemen olmasına uğraştılar. Her gün sekiz saat televizyon izleyen çocukları paluzeye çevirdiler ve sonunda milyonlarca kültür lumpeni yarattılar!" Ben daha iyisini yazmazdım. Altına imzamı seve seve atarım! İlerde, Türkiye Cumhuriyetinin, bu inkıraz veya duraklama dönemini yazacak tarihçilerin de tespitleri muhakkak ki aynı olacaktır.. Medya mesupları ve yöneticileri patronları bu alarm işaretlerini görmeli ve sorumluklarını idrak etmelidirler. Özellikle Basın Konseyi gibi meslek kuruluşları projektörü kendilerine çevirmeli ve radikal çareler aramalıdırlar. Üzeyir Garih'in hunharca öldürülmesi sonucu, belki de medyada bir intibah döneminin yolunu açar!