Bugün, Türkiye Cumhuriyetinin 78. yıldönümü kutlanıyor. Cumhuriyetimiz, benden bir yaş büyük; bunun için de Cumhuriyetin en güzel ve çoğu Atatürk'lü yıllarını, doya doya, yaşamış mutlu bir kuşağa mensubum. Cumhuriyet Bayramlarında, tak-ı zaferlerle ve ışıklı panolar ve sloganlarla süslenmiş sokaklarımızda, iftiharla dolaşır, geçit resimlerini, fener alaylarını izler, var gücümüzle "Yaşasın Cumhuriyet" diye bağırırken ve o unutulmaz 10. yıldönümünde, "Çıktık açık alınla on yılda her savaştan!" diye o güzel marşı söylerken, ne kadar mutlu, inançlı ve coşkulu idik!. Yetmiş küsur yıl sonra, bu heyecanın aynı şekilde, bizim duyduğumuz coşku ile devam etmesi elbette ki mümkün olamazdı. Yeni kuşakların, bizim ve bizden hemen sonraki kuşakların, aynı heyecan ve coşkuyu beslemeleri de beklenemezdi. Bizler, Milli Mücadele'den zaferle henüz çıkmış olmamızın ve sonra da genç Cumhuriyetin hamlelerini, İkinci Dünya Harbine kadar, inançla, aynı şevkle devam ettirmenin, heyecanını taşıdık. Şimdiki kuşaklarda bu heyecanın devam etmesi de mümkün değildi. Cumhuriyet aynı mı? Ama bugün bu 29 Ekimde, Cumhuriyetin yıldönümünü kutlarken, Cumhuriyetin içeriği ve değerleri ne aynıdır, ne de bugün -coşkudan vazgeçtim- aynı inanç ve ruh vardır! Korkarım birileri bizi o mevhum 2. Cumhuriyetlerine sürüklüyorlar, Sabah gazetesinde Erdal Bilallar kardeşimiz yıldönümlerinin eski, beylik şekillerde kutlanmasına karşı çıkmış. Bayramı futbol seferlerinden sonra sokaklarda yapıldığı gibi "karnaval havasında" (o nasıl olacaksa) kutlayalım diyor. İyi ama asıl püf noktası bu; insanlarımız çocuklarımız Galatasaray'ın UEFA zaferinden sonra milli birlik ruhu ile coşabiliyorlar da Cumhuriyet konusunda artık aynı ruhla heyecanlanmıyor ve coşamıyorlar!. Bol nutuk Biliyorum: Bugün radyo ve televizyonlarda Atatürk bol bol anılacak. O'na ve Cumhuriyetin faziletine dair, hamamda türkü söylercesine, hamasi nutuklar söylenecek. Ama Cumhuriyet'in içeriği ve değerleri bugün aynı mı? Atatürk'ün düşündüğü ve kurduğu, devletten şimdi neler kaldı? Laiklik saldırı altında. Milliyetçilik, bazı kesimlerin hedef tahtası oldu; Avrupa Birliğine girebilmek için "milli devlet" feda edilmek üzere. Milli Egemenlik sadece TBMM'de kürsünün üzerinde ve sallantıda... Anayasa değişikliklerinden kıl payı kurtarıldı: Ha yerinden düştü ha düşecek. Atatürk 10. yıldönümü nutkunda, sesi heyecandan titreyerek "On yılda çok büyük işler yaptık" diye övünüyordu. Biz ise son on yıllarda, hiç de fazla bir şeyler yapamadık. Sermayeden yedik!. Atatürk o engin vizyonu ile, Türk milletinin, milliyetçiliğinin yeni konseptini de ortaya koymuştu. O nutkunun sonunda; "Ne Mutlu Türküm Diyene." Bu son cümlede anahtar kelime "diyene" idi. Yani, bu ülkede, yaşayanlar etnik veya inanç kökenleri ne olursa olsun -Kürt, Çerkez, Boşnak, Musevi, Hıristiyan vb- kendilerini gerçekten Türk addediyorlar ve bundan mutluluk duyuyorlarsa, Türk milletinin mensupları idiler. Bu, konsept milli birliğimizin ve entegrasyonumuzun temeli idi ve Kürt bölücülerini, Serhıldanına kadar başarı ile işlev kazanmıştı. Şimdi Kürtlere ve onları takliden, başka etnik gruplara ayrı dil ve ayrı haklar, belki de bölgesel otonomi verilmesinin kapıları açılırsa, Atatürk'ün Cumhuriyetinden ortada ne kalacak? Atatürkçülüğe söz rüşveti veren sahte ve sözde Atatürkçülere sormak gerekiyor! Atatürk, İnönü ve Bayar -evet üçünün de adlarını birlikte saygı ve sevgiyle anıyorum. Çünkü onlar Cumhuriyeti Atatürk'ten sonra da yaşattılar. Can Dündar Atatürkle ilgili 'Yükselen Deniz' adlı TV programlarının sonunda, galiba 10 Kasıma tesadüf eden günlerde, Atatürk'ün vefatından sonraki bunalım veya komplo teorisi konularını ele alacak. Ben de bu konuda babam Kılıç Ali'den duyduklarımı anlatarak katılacağım... Canlı tanıklar olarak pek az kişi kaldık. Başta, merhum Celal Bayar'ın kızı Sayın Nilüfer Gürsoy da bildiklerini söyleyecek. Onun bildikleri ve söyleyecekleri ile benim babamdan duyup bildiklerim çakışıyor: Bayar, Atatürk'ten sonra kendisinin Cumhurbaşkanı olması tekliflerini elinin tersi ile itiyor ve mesela Mareşal Feyzi Çakmak'ı veya Şükrü Kaya'yı Çankaya'ya çıkarmak komplolarına da şiddetle karşı çıkıyor. Samimi inancu şu: Atatürk'ten sonra Cumhurbaşkanlığının kendi siyasi rakibi (ve daha sonra da adeta hasm-ı canı olacak) İsmet Paşa'ya verilmesi gerekir.. Gerekçesi de, genç Cumhuriyetimiz böyle sarsıntılara ve "taht" kavgalarına dayanamayacağı ve milli birliğimizin Atatürk'ten sonra da muhakkak sürdürülmesi gerektiği!. Şimdi, asıl onlar gibi uzak görüşlü, devlet adamlarının, kaht-ı ricalın hasretini çekiyoruz!