Yol haritası mı? Ev ödevi mi? "Ulusal" mı?

A -
A +

Hükümet, Avrupa Birliği ile Katılım Ortaklığı belgesine uyumumuzu ve neticede AB'ye tam üyeliğimizi, "sözde", sağlayacak olan, bir sürü taahhütler dizisini içeren, 80 yeni yasanın çıkarılmasını, 89 yasanın değiştirilmesini öngören, bin sayfalık, kapsamlı ULUSAL PROGRAMI onayladı ve açıkladı. Bu, AB tarafından elimize verilen "Ev Ödevlerinin", "millileştirilmesi" yani milli bir belge halinde tescil edilmesi ve bu belgenin de, ülkemizin, bundan böyle, siyasi, hukuki ve ekonomik, birçok alanlarda takip etmesi gerekecek bir "yol haritası!.." Dönemeçte ULUSAL PROGRAM'ın, Türkiye özellikle mali ve ekonomik alanda çetin bir "dönemeçten" geçerken, (hangi dönemecimiz çetin değildi ki?) ve ekonomik-mali programın da uygulanmaya konulacağı sırada, açıklanması, kasdi olmasa bile, dikkate şayandır. Köşeye sıkışmış veya sıkıştırılmış olmamızın da bir nev'i işaretidir. Şu bağlamda, Sayın Kemal Derviş'in uygulamak istediği ekonomik "ulusal" program, herhalde, daha acil ve önceliklidir. Ne var ki, bugünün sıkışmışlık durumumuzda, iki program örtüştürülmektedir; Ulusal Programa ve AB üyeliğine karşı çıkmak, Türkiye'nin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasına mali yardımlarının gelmesine engel olmak, dolayısıyle de adeta vatan hainliği addedilir hale getirilmek istenmektedir.. Hemen ifade edeyim; AB konusunda endişeli olan bizler, Atatürk'ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaya, hatta, bunun için AB'ye üye olmaya da, ilke olarak, asla karşı değiliz. Hükümetçe kabul edilip açıklanan ve bir tatbikat belgesi olmaktan ziyade, klasik Hükümet veya parti programlarına benzer bir temenniler manzumesi olan Ulusal Program'ın, büyük bir kısmına itiraz etmemiz de söz konusu değil. Bunlar, AB olsa da olmasa da, dayatsa da dayatmasa da, kısa vadeli ve orta vadeli öncelikleri, ayrıntıları tartışılabilse bile, Türkiye'nin zaten yapması gereken ve de yapacağı reformlardır.. Bu reformlar eğer şimdiye dek gecikmişse, bu daha fazla, Türkiye'nin, son yıllarda içinden geçtiği çetin şartlardan, dış tehlikelerden ve özellikle, içerdeki terör ve bölücülük olaylarından ötürü olmuştur. Aynı derecede önemli bir faktör de, yozlaşmış olan siyaset ve yönetim sisteminin neticesi olan, siyasi bunalımlar ve siyasi irade zaafıdır, ki bunlar da bugünkü partiler ve seçim sistemi ile kuvvetli genç ve yetenekli siyasetçilerin iş başına gelememiş olmasından kaynaklanmıştır. Asıl radikal reformlar bu sisteni değiştirmek konusunda yapılmalıdır. Yapılmadıkça da, Ulusal Programda öngörülen zorunlu, gerçekten "milli" reformlar şimdiye dek neden yapılamamış ve uygulanamamışsa, korkarım ki şimdi AB'nin dayattığı "Ulusal Program" da, aynı sebeplerle kolay uygulanamayacaktır.. İtirazlarımız AB'ye karşı gibi görünen bizlerin, itirazlarımız, evvela, Türkiye'ye özgü koşulların ve gerçeklerinin farkında olmayan Avrupalıların dayattıkları bir programa tam anlamıyla "ULUSAL" denemeyeceği hususundadır. Bu, sözde "ulusal" programa ev ödevlerini yapmakla mecbur bırakılmamış olmamızı milli egemenliğimize ve haysiyetimize aykırı buluyoruz. Çünkü adına "Ulusal" demekle bu program gerçekten "milli" olmuyor... Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkiye hakkındaki hükümleri, daha doğrusu peşin hükümleri yanlış olan, çıkarları başka olan birtakım uçuk İskandinavların, güvenilmez İtalyan ve Fransızların, kompleksli Almanların, diğer Avrupalıların şamar oğlanı durumuna gelmemeli idi... "Siyaset mümkün olanı yapmak san'atıdır" demişler. Şu sıkışık bağlamda, Dışişlerimizin, en çetin konuları, ekseriya üzerinde muvakkaten de olsa, uzlaşılacak muğlak metinler, haline getirmekte mahir ve uzman profesyonelleri, kelime oyunları ile "mümkün olabileni, yani üzerinde koalisyon taraflarının uzlaşabilecekleri ve önemli bir taraf olan TSK'nın da "şimdilik" kabul edilebileceği bir hale getirmekte çok başarılı olmuşlardır.. Yoksa.. Kıbrıs konusunda, MGK konusunda, idam cezası konusunda ve de Kürtçe Radyo ve TV yayınları ve eğitim konusunde eski tehlikeli tohumlar satırlar arasında da olsa, bazı köşe yazarlarının dediği gibi "yan çizilmiş olsalar bile", en kısa zamanda kaşınıp ortaya çıkarılmak üzere, hâlâ mevcuttur. Nitekim aynı yazarlar, Kürt sorunu ve MGK konusu "yan çizildi" diye hayıflanıyorlar... Mesut Yılmaz da "ilerde revizyonlar yapılması kaçınılmaz olacaktır" diyor. Ama, bu konularda MHP ve TSK'nın gevşemelerini, tavizler vermelerini beklemek abestir! Ancak, top, şimdi mahirane bir şekilde taca atılmış olsa, kornerden ve taçtan bir gol yemek tehlikesi hâlâ vardır. Avrupalılar ne diyecek? Bir de, bu program Avrupalılar ve Avrupalı aşırılar tarafından nasıl karşılanacaktır?. Göz boyamak mı addedilecektir? Anlayışlı olan bazı Avrupalılar, belki de Türkiye şu sırada dönemeçten veya virajdan geçerken, bir mesele çıkarmak istemeyeceklerdir... Zaten AB'ye kabul edilmemize en cömert tahminle 2010 yılına kadar mühlet veriyorlar... O zamana kadar ve hatta on yıl sonra da çıtayı yükseltmeleri, kalenin yerini değiştirmeleri, "gözünüzün üzerinde kaşınız var" demeleri, hatta en sonunda "eş cinsellere haklarını vermiyorsunuz" diye bize yeni "uygarlık" kriterleri dayatmaları da mümkündür... Türkiye'nin, Türkiye Cumhuriyetinin kaderini, Avrupalıların değil kendimizin tayin edeceğimiz günlere, Avrupa Birliğine "lütfen" kabul edilmenin, Türkiye'nin sonu olmayacağını, başka seçeneklerimiz olduğunu idrak edene kadar... Ne var ki, kasden AB oltasının ucunda bekletilirken kıymetli zaman da kaybetmekteyiz...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.