Ferhat, sultanın kardeşi Şirin'e âşık olunca sultan kardeşini vermemek için olmayacak bir iş ister: Susuzluktan kırılmakta olan şehre -muhtemelen Amasya- dağdan su getirecektir. Getirirse Şirin'e kavuşacaktır. Ferhat elinde külünk, işe girişir. Artık hangi dağsa, Bîsütûn mu, Demirdağ mı, Elmadağ mı, rivayet muhtelif, dağı deler, şehre suyu getirir. Elindeki külünk ve gönlündeki aşk ile başarmıştır bu imkânsız görünen işi. İşte gerçek meselemiz budur: Su! Konuşmamız gereken konu... Kafa yormamız gereken... Ne var ki şimdiye kadar ciddiye almadık ve geç kaldık. Kimilerimiz için cumhurbaşkanının kim olacağı yahut türbanla girmenin mümkün olduğu ve olmadığı yerlerin tespiti daha hayatî mesele oldu. Kimilerimiz güney sahillerinde köpük banyosu ile meseleyi hallettiğini sandı. Kimilerimiz de ormanları yakmaya devam ederek kurumaya yardımcı oldu! Memleketi kuruttuk. Şimdi bu yukarıda saydıklarım aynı minval üzre devam ederken memleketin kâhir ekseriyeti bidon dolduruyor, su bekliyor, yağmur gözlüyor. Biz daha birkaç sene önce Manavgat'ın suyunu İsrail'e satmaya kalkışmamış mıydık? Taa bilmem nerden nereye borular döşeyip petrol akıtmıyor muyuz? Başka ülkelerin kullanacağı petrolü... Tamam, akıtalım. Türkiye Avrupa ülkelerinin organik ürün deposu haline geldi diye övünüyoruz. 162 çeşit organik sebze ve meyve Avrupalının mutfağına Türkiye'den taşınıyormuş. Ona da tamam, taşınsın. İç piyasada, kendi vatandaşımız makul fiyatlarla bulup da, alıp da yiyemiyorsa bile, çiftçi de hâlâ âbâd olmamışsa bile... Yalnız unutmayalım, o taşınan sadece sebze ve meyve değil, ülkenin suyudur da. O ürünü elde etmek için tarlalarda yaz boyu her gün, geceli gündüzlü sulama yapılıyor. (Planlama olmadığından bu kadar emeğe ve masrafa rağmen satılamayıp çiftçinin elinde kalan, yahut maliyetinin altında zararına satılan, yahut tarlada çürüyenler ayrı hikâye.) Toprağın suyu çekildi. Üretici dertli, tüketici dertli... Bir yerde bir yanlışlık var! Eğer biz taa bilmem hangi ülkeden hangi ülkeye borularla petrol veya doğal gaz taşıyorsak memleketimizde henüz suyu tükenmemiş ırmaklardan su da taşıyabiliriz. Manavgat'ın suyunu İsrail'e akıtmayı düşünebildiysek, pekâla Ankara'ya da akıtabiliriz. Karadeniz bölgesinin gürül gürül, fakat başı boş akıp giden derelerini kullanıma kazandırabiliriz. Boru mu döşenecek, kanal mı açılacak, dağ mı delinecek? Ne yapılacaksa... Borularla petrol, doğaz gaz taşınan bir dünyada pekâla su da taşınır. Avrupa, mutfağına organik ürün istiyorsa önüne projeler koyalım: "Size taşıdığımız sadece sebze ve meyve değil, ülkenin suyudur. Bizim mahsulden yemek istiyorsunuz madem, o halde şu sulama projelerine destek vereceksiniz." Damlama mı, yağmurlama mı, en ekonomik sistemler hangisiyse... Suyu geri kazandıracak, yeteri kadar gelişmiş atık su arıtma tesislerimiz yok. Neden yok! Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkeyiz. Deniz suyunu kullanıma, en azından sulamaya elverişli su haline getirebiliriz. Bu da başka bir projedir. Ferhat'ın elinde bir tek külüngü vardı, bizim "teknoloji"miz var. Ama bizde de ondaki gönül yok! Millî bir su politikası oluşturup bu işe baş koymak, ciddiye almak, azmetmek, inat etmek, çalışmak... Yok! Ülkemiz cumhurbaşkansız kalmaz, ama susuz kalma tehlikesi ile karşı karşıyayız. Susuz kaldığımızda da, ne o veya bu ismin cumhurbaşkanı olmuş olması, ne de türban ile başörtüsü arasındaki farkları iyice bellemiş olmamız suyu geri getirebilir.