Amerika'da ilkokula başlayan çocuğun İngilizcesi yetersizse, okul idaresi ona ESL denilen İngilizce takviye dersi vermeye başlar. "English as a Second Language" yani "İkinci Dil Olarak İngilizce". Öğrenci her gün en az bir ders saati asıl sınıfından başka bir sınıfa giderek bu dersi alır. Hemen her okulda ESL öğretmenleri vardır. ESL programı olmayan bir okula bu dersi alması gereken öğrenci kaydolursa, ayni eğitim bölgesinde bu programın bulunduğu bir başka okula nakledilir, ESL dersi alacağı süre boyunca o okulda okur. Zaman zaman öğrencinin İngilizce seviyesi imtihanla ölçülür, yeterli seviyeye gelmişse ESL'e son verilir, hâlâ yeterli değilse devam edilir. Bazı çocuklar lise bitene kadar bu dersi alırlar. Ülkeye hangi yaşta, hangi sınıfta gelirse gelsin, İngilizcesi yeterli olmayan çocuklara, girdikleri okulda mutlaka ESL dersi verilir. Bu dersi almak için ailenin bir talebi olması gerekmez. Birçok okulda aileler için de akşam saatlerinde ESL dersi vardır, isteyen katılabilir. Amerikan eğitim sisteminin bu uygulaması takdire değer. Amerikan sistemi lisan yetersizliğini ikinci sınıf insan olmak için bir sebep görmüyor. İyi İngilizce bilmeyende zekâ geriliği vardır demiyor. İyi İngilizce bilmeyen öğrenme özürlüdür demiyor. Ama, "ABD'de resmî dil İngilizce'dir ve İngilizce yetersizliği bu ülkede başarılı olmanın önünde engeldir" diyor. "O halde ülkeye yeni gelen ailelerin çocuklarına yeterli İngilizce öğrenebilmeleri için fırsat verilmelidir." ESL dersinin gayesi budur. Yıllarca ESL dersi almış bir öğrencinin sonunda en iyi üniversitelere girmesinin önünde hiçbir engel yoktur. Meselâ, Almanya ve Avusturya'da uygulama hiç de böyle değildir. Almancası yetersiz öğrenciler, biraz da yabancılığın verdiği çekingenlik içindelerse, öğrenme özürlü çocukların gittiği Sonderschule'lere gönderilir. Bu okula gönderilmeden önce testten geçiriliyor çocuklar, ama bu test Almanca olduğu için, meselâ matematikte başarısız sonuç alan çocuğun başarısızlığı, Almanca eksikliğinden mi yoksa matematik eksikliğinden mi kaynaklanıyor bakılmaksızın, öğrenme zorluğu teşhisi ile Sonderschule'ye yollanıyor. Bu okullardan mezun olanların üniversiteye girme şansı yok denecek kadar azdır. Toplumda kendilerine ancak işçi olarak yer bulabilirler. Son haberlere göre Avusturya'da ilkokula başlayan öğrencilerin Almancaları yeterli görülmüyorsa, bundan böyle yarım dönem Almanca takviye dersi almaları kararlaştırılmış. Ama devlete karşı bu konuda öyle bir güvensizlik oluşmuş ki, aileler "çocuğumuza bu dersi aldırırsak, sonra dosdoğru Sonderschule'ye mi gönderirler?" diye korku içindelermiş. Avrupa tarafından sık sık "Halkın ana diline engeller koyarak insan haklarına aykırı iş yapıyorsunuz. Ana dilde ifade özgürlüğü var" gibi ithamlarla karşı karşıya kaldığımızı hatırlarken Avrupa'daki bu uygulamayı insan haklarının neresine koyacağımızı düşünüyorum. Bizim memlekette kimse Türkçesi yetersiz diye öğrenme özürlü muamelesi görüp farklı okullara, sınıflara gönderilmez, hal böyleyken Türkçe'ye -o da ara sıra- sahip çıkmaya çalışmamız insan haklarına aykırı bulunuyor ama onlar Almancaları yetersiz diye, öğrencileri Sonderschule'lere gönderip hayatlarını karartabiliyor, Almancası kıt olana özürlü, ikinci sınıf insan muamelesi yapabiliyor; bir yandan da spor salonlarında, okul teneffüslerinde ana dille konuşma yasağı koyuyor ve bunlar insan haklarına aykırı olmuyor. Hangisi modern eğitimin ruhuna uygundur? Ana dili farklı öğrencilere, yaşadıkları ülkenin resmî dilini en iyi şekilde öğretmek için ne gerekiyorsa yapmak mı? Yoksa ülkenin resmî dilini iyi bilmeyen öğrencilere başarısız, özürlü damgası vurup geçmek mi?