Bitlis'te 5 minare olduğu gibi duruyor

A -
A +
Rus işgali sırasında Bitlis, bir harabe şehir görüntüsü alır. Düşmanın çekilmesinden sonra şehirde tek canlı kalmaz, katliamlara şahitlik eden Ulu Cami, Gök Meydan Camii, Kale Camii, Şerefiye Camii ve Meydan Camii minareleri hariç!..Bitlis'te 5 minare olduğu 
gibi duruyorMEDRESE VE KÜMBETLER Bitlis'teki eserlerin çoğu Selçuklu döneminden kalma. İhlasiye Medresesi, 1216 tarihinde yaptırılan ve Selçuklu mimarisinin bütün özelliklerini taşıyan bir şaheser, dikdörtgen planlı, düz damlı ve kubbesiz. (üstte) İnce bir estetiği olan ve sayıları 14'ü bulan kümbetler de, Ahlat'ın çeşitli yerlerine dağılmış durumda... Ahlat'ın girişinde bulunan Selçuklu mezarlığında taşların bazıları 4 metre yüksekliği buluyor. 200 dönümlük alana kurulan mezarlığın, İslam Dünyasının en büyük mezarlığı olduğu söyleniyor. Siirt istikametinden Bitlis'e doğru yola koyulduk, Bitlis Deresi boyunca yol çalışması yapılıyordu. Toz içinde kalmıştık, ama çevredeki güzellikler buna değerdi. Bitlis'e varınca serinlik veren, içimizi ferahlatan bir hava ile karşılaştık. Burası boşuna yerleşim yeri olarak seçilmemiş... İçinde çay akan bir vadide kurulmuş Bitlis. Hani anlatılır ya, vadinin tabanından geçen transit yolda seyahat eden bir yabancı gece Bitlis'ten geçmiş, yükseklerde bulunan ışıkları merak edince yanındakine sormuş; o da "buranın gökdelenleri" diye cevap vermiş, yabancı inanmış... Aynen öyle, vadinin yamaçlarında binalar, bir yerden başka yere gitmek için tırmanıyor veya iniyorsunuz. Bu yüzden olsa gerek, Bitlis'te kilolu kimse görmedim! Hemen vadide yükselen kayalar üzerinde yapılmış muhteşem bir kale duruyor. Kale dibinde durup yukarıya bakmak bile insanı ürkütüyor. BURASI NASIL GİZLİ KALIR Bitlis Kalesi'nin, Büyük İskender'in komutanlarından Leys tarafından MÖ 330 tarihinde inşa ettirildiği söyleniyor. (Komutanın isminin Bitlis olduğu, şehrin isminin bundan geldiği de söylenmekte) Sonraki dönemlerde gelen devletler ve milletler de ilaveler, onarımlar yapmış. Yüksekliği 56 metre ve sur kalınlığı 7 metreyi bulan kalenin üstünde, eski kayıtlara göre bir saray, 300 ev, bir han, bir cami bulunurmuş. İlk işim, bu muhteşem kaleye çıkmak ve Bitlis'in güzelliklerini buradan seyretmek oldu. Kazı çalışmaları başlatılmış kaleden Bitlis'i, deresini, vadisini ve tarihî yapılarını seyretmek bambaşka bir duygu veriyordu. Bitlis'te bu kadar tarihî eser nasıl bulunur, neden bugüne kadar bilmiyordum, bu hazine nasıl gizli kalır? Kaleden inip, karşı tarafta, Bitlis'e tepeden bakan Dideban Dağı'nın eteklerine tırmanıyor, bu saklı kalmış tarihi şehri bir de buradan seyrediyor ve minarelerin çokluğuna şaşırıyorum. "YÜREĞİM DOLU YARE" "Bitlis'te 5 minare" ağıdını hatırlıyor, duygulanıyorum. Rus işgali sırasında Bitlis, bir harabe şehir görüntüsü alır. Düşmanın çekilmesinden sonra, savaş esnasında Bitlis'ten kaçan bir baba ve oğul, Bitlis'e dönmek üzere geri gelir ve şehre hakim konumdaki Dideban Dağı'nın eteğine, belki de benim durduğum yere varırlar. Baba, şehirde canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için oğlunu şehre gönderir. Bir süre sonra oğlu döner ve babasına, "şehirde yaşayan bir canlı kalmadığını, sadece 5 minarenin ayakta kaldığını" söyler. Bunu duyan baba yıkılır, diz çöker ve şöyle bir ağıt yakarak, oğlunu yanına çağırır: "Bitlis'te 5 minare, beri gel oğlan beri gel, yüreğim dolu yare, beri gel oğlan beri gel..." Ağıda konu olmuş bu tarihî 5 minare; Ulu Cami Minaresi, Gök Meydan Camii Minaresi, Kale Camii Minaresi, Şerefiye Camii Minaresi ve Meydan Camii Minaresi... Bulunduğum yerden Bitlisli Vahit, bu 5 tarihî minareyi gösterdi. Tarihe, katliamlara şahitlik yapmış bu 5 nazlı minare hâlâ dimdik duruyor, Bitlis'e bekçilik yapıyordu. Kaleden yukarıya tırmanıyorum. Şehrin her tarafı tarihî eserlerle dolu. Yıkılmış olanlar, yıkılmak üzere olanlar ve dimdik ayakta kalanlar... Bunca tahribata rağmen hâlâ böyle ise, kim bilir bir zamanlar nasılmış. Eserlerin çoğu Selçuklu döneminden kalma. Vilayet binasını geçiyorum, solda biblo gibi bir eser, İhlasiye Medresesi. 1216 tarihinde yaptırılan ve Selçuklu mimarisinin bütün özelliklerini taşıyan bir şaheser, dikdörtgen planlı, düz damlı ve kubbesiz. Ortada heybetli bir tamburu, dört köşesinde silindirik destek kuleleri. Ön cephedeki süslü portalı ise baş döndürücü. Bahçesindeki ziyaretgahlar, Şerefhanoğullarına ait Veli Şemsettin, 1. Ziyaettin Han, İkinci Şerefhan ve üç Bacılar Türbeleri de medrese kadar muhteşem... TURİZM BURAYA GELMELİ Bitlis'teki başka eserleri ve güzellikleri de gördükten sonra Tatvan'a doğru yola çıkıyoruz. Yol üzerinde, yer yer yıkılmasına rağmen, bütün ihtişamını koruyan El Aman Kervansarayı'nı görüyoruz. 1502 yılında Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa tarafından yaptırılan bu eser, Anadolu'nun en büyük kervansaraylarından olup, uzatılacak vefalı bir el beklemekte. Van Gölü'nün kıyısında bulunan tabii bir liman konumunda olan Tatvan'a varıyoruz. Doğu Anadolu'daki bütün yolların kesiştiği nokta burası. Demiryolu da burada bitmekte, yol feribotla devam etmektedir. Yanıbaşında bütün güzelliğiyle Van Gölü, hemen kuzeyinde, 15 kilometre mesafede de Nemrut Dağı. Bu güzellikler varken, turizmimizin neden Ege ve Akdeniz kıyılarında sıkışıp kaldığını anlamak mümkün değil... Tatvan'ı dolaştıktan sonra Ahlat'a doğru, Van Gölü'nün kuzeyinden yola devam ediyoruz. Van Gölü ve ucu karlı dağlar ne de güzel uyum sağlamış. İnsana huzur veren bir tabiat... Ahlat'ın girişinde, sağ tarafta Selçuklu mezarlığı. Mezar taşlarından bazıları 4 metrelik yüksekliği buluyor. 200 dönümlük alana kurulan Selçuklu Mezarlığı'nın, İslam Dünyasının en büyük mezarlığı olduğu söyleniyor. Mezar taşları, ait oldukları döneme ait önemli ipuçları veriyor. Yer yer kümbetler görülüyor. Kümbetler, Klasik Selçuklu Mimarisinin en güzel örneklerini teşkil ederler. İnce bir estetiği olan ve sayıları 14 olan kümbetler, ilçenin çeşitli yerlerine dağılmış. Bey ve bey soyundan gelenler için yapıldığı söylenen kümbetlerin alt katında mezar bulunurken, üst kat da mescit olarak kullanılmış. Ahlat, özellikle Selçuklu döneminin bütün mimari yapılarının örneğini günümüze taşıyan bir "açık hava müzesi" konumunda. TÜRBELER TIKLIM TIKLIM Van Gölü'nün kıyısında kurulmuş bulunan tarihî ve şirin ilçe Ahlat'ın içinden geçiyor, Abdurrahman Gazi Türbesine gidiyoruz. Eshab-ı Kiramdan olduğu söylenen bu zatın İslam ordusunun bayraktarlığını yaptığı ve bir savaş sırasında Ahlat'ta şehit düştüğü rivayet edilir. Yöre halkı tarafından ziyaretgah olarak kabul edilen türbe, gittiğimiz gün tıklım tıklımdı... Sahilin devamında da, Süphan Dağı ile Van Gölü'nün kucaklaşmasının oluşturduğu Adilcevaz ilçesi... Tekrar Tatvan üzerinden Hizan istikametine doğru yola çıkıyoruz. Hizan girişinde bulunan pınarda nefesleniyor, hayat veren bu sudan kana kana içiyoruz. YEŞİLİN HER TONU... Yeşilin her tonunun görüldüğü bu güzel ilçeye uğradıktan sonra Gayda'ya gidiyoruz. Büyük İslam Alimi Sıbgatullah Arvasi (Gavsi Hizani) Hazretlerinin kabri şerifine gidiyor, ruhlara şifa olan o büyük veli ile bereketlenmeye çalışıyoruz. Sonra da o müthiş coğrafya'nın tadına vara vara Bahçesaray istikametine doğru gidiyoruz. Vadideki fındık bahçeleri ve yem yeşil tabiatla, kendimizi Karadeniz Bölgesinde hissediyoruz. Bitlis-Muş yolu üzerinde bulunan, kaplıca ve tabii kaynaklar bakımından zengin olan, Selçuklu eserleri bulunan Güroymak (Norşin) ile sarp dağların ve ormanların çevrelediği çekici coğrafi konuma sahip Mutki'yi de bu güzelliklere katmak gerek... Bitlis'te 5 minare olduğu 
gibi duruyorBitlis'in geleneksel ayakkabısı HARİK Zengin bir kültürü olan Bitlis'te, çeşitli el sanatları bulunmakta. Sayıları azalmakla birlikte hâlâ kilim, taş işçiliği, çömlekçilik, dokumacılık, süslemecilik ve Harik gibi el sanatlarıyla iştigal eden ustalar bulunmakta. Harik, Bitlis'in geleneksel ayakkabısı. Eskiden Bitlisliler yaz kış bunu giyermiş. Mesleğin son temsilcisi olduğunu söyleyen Haydar Yılmaz; yazın serin, kışın sıcak tutan hariklerin romatizma ağrılarını dindirdiğini, mantar ve diğer hastalıkları önlediğini söylüyor. Harik, keçi kılı ve kendirden yapılıyor, tamamen tabii. Çeşitli safhalardan geçen harik, bir ustanın 4-5 gününü alıyor ve çifti 100 liradan alıcı buluyor. Halk oyunları ekipleri, tiyatro grupları, üniversiteler ve ayağında rahatsızlık bulunanların verdikleri sipariş üzerine yapılıyor. Bu işin öğretildiği kurslara ilgi olmadığını, kendisinin de işi bırakma noktasına geldiğini söyleyen Haydar Usta, "Bu el sanatlarının bitmesini mi istiyorlar?" diye yakınıyor...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.